İlk Hasat – Halis KOMİLİ
- Zeytin Hasadi Dergisi
- 16 Ağu
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Eyl
Tarih: 11 Aralık 1993
Ayvalık’ta Emin Süner’e ait eski bir zeytin sıkım fabrikasındayız. Uzun zamandır kullanılmayan bu fabrika akşam misafirlerle dolacak. Senelerce tıkır tıkır çalışmış ama artık devri bitmiş, müzeye layık makineler bir geceliğine yemek masalarına dönüşüyor; örtüler seriliyor, zeytinyağlı lezzetlerle sofralar donatılıyor. Yalnız akşama daha var, misafirlerimizin önce o yemekleri hak etmelerini istiyoruz. Davetliler akşam Anadolu’nun en kadim lezzetlerinden zeytinin onlara yaşatacağı şölen için kendi zeytinlerini toplamak üzere çuvalları sırtlanıyor, zeytinliklerin yolunu tutuyor.
Genç yaşlı çoluk çocuk cümbür cemaat zeytin dallarına uzanıyor, meşakkatli bir mesaiyle akşamın zeytinlerini topluyoruz. Bu işin kolay olmadığını hep birlikte deneyimliyoruz. Neyse ki çuval oyunları ve eğlenceler imdada yetişiyor, herkes gülüyor eğleniyor.
Sıradaki durak, Keremköy’de eski ama kendini zamana iyi taşımış bir zeytinyağı fabrikası. Zeytini çuvallara koyup eski taş baskılarda yağa dönüştüren o muhteşem fabrikalardan biri. Burada herkes topladığı zeytini veriyor, o zeytinler yağa dönüştürülüyor. Sonrasında Komili Ayvalık tesislerinde şişeleniyor ve sıra herkesin topladığı kadar zeytinden çıkan zeytinyağını almasına geliyor. Beş kilo zeytin veren bir litre zeytinyağı alıyor. On kilo veren, iki litre alıyor. İşte o anda herkes bize aynı soruyu soruyor:
“Bu işte bir iş var, bunca mesainin sonunda gerçekten bu kadar mı zeytinyağı çıkıyor?”
Davetliler işte o zaman anlıyor zeytinyağının ne kadar değerli, lezzetinin ne kadar özel, işçiliğinin ne kadar meşakkatli olduğunu.
İlk hasada gelenler bunu bir günlük emekle anladı belki ama aslını anlamak için sizi biraz daha geriye götürmek isterim.
Önceleri zeytinyağı tüketimi Türkiye’de pek yaygın sayılmazdı. Osmanlı’da Girit, Midilli, Ayvalık ve Kuzey Ege zeytinyağı tüketimin ana topraklarıydı. Anadolu’nun kalbine, Anadolu insanının her daim sofrasına girişi, 1940’ların sonuna doğru, 3. kuşak babam Necmi Komili önderliğinde, Komili markasının Riviera Zeytinyağı ile oldu. 90’lara kadar da zeytinyağı ekseriyetle ‘riviera’ zeytinyağı olarak sofralarımızı lezzetlendirdi.
80’li yılların sonlarında, Avrupa’da zeytini işleyip zeytinyağı çıkaran kontinü, kapasiteli zeytinyağı tesisleri popülerleşti. Ancak sızma yağın değeri, lezzeti ve sağlığa faydaları başkaydı. Zeytinin sızma yağ olabilmesi için hasattan sonra en geç 24 saat içinde işlenmesi gerekir. Bu sebeple o dönemde müstahsilden çıkan yağın çok az bir miktarı sızma yağa dönüştürülebiliyordu. Komili tüm üreticileri cesaretlendirerek, herkesi ağacına daha iyi bakmaya, daha erken toplamaya ve zeytini yağa dönüştürme sürecini hızlandırmaya yönlendirdi. Sızma yağın daha fazla üretilebilmesi hem müstahsil hem de sanayi için bir “kazan, kazan” iş birliğiydi. Çünkü müstahsil aynı ağaçtan daha fazla kazanç elde edebiliyordu ve daha iyi ürün sunma imkânı vererek sanayici ile tüketicinin bağını güçlendiriyordu.
Peki sızma yağı bu kadar değerli yapan neydi? Bunu anlamak için çok değil, 8.000 yıl önceye uğrayalım isterim. Yaşadığımız bu topraklara, ilk zeytin ağacının doğduğu yer derler. Mezopotamya’da filizlenen, yeşeren, büyüyen ve bize bu mucizevi lezzeti hediye eden ağacın dalları bugünlere kadar uzanır. Sırrı iyi budama, iyi gübre, iyi sulama; yani bakımda. Çünkü bu ağaca ne kadar iyi bakarsan, o da sana o kadar iyi bakar.
Bu ölümsüz ağaç, hepimize bir ömür sağlık sunar. İşte bizim sızma yağa verdiğimiz önemin sırrı burada yatar.
1991’de Komili’nin sızma yağda devreye girişi sızma yağın sofralarımıza girişiydi.
Ne mutlu ki sızma yağın Türk tüketicisine tanıtımı da, dedemden ileriye dördüncü jenerasyon olarak benim dönemime nasip oldu. Bana düşen görev, aslında geleneği devam ettirmekti. Tıpkı babamın dedesi Dizdarzade Hasan Komili’nin 1878’de bu lezzeti ilk kez marka etiketiyle üretmesi ve nesiller sonra Necmi Komili’nin marka olmanın değerini görüp markayı sahiplenerek uzun bir başarı yolculuğuna çıkması gibi, benim için de Türkiye’nin dört bir köşesinde kurulan sofralarda bu lezzetin hak ettiği yeri bulması önemliydi.
O tarihlerde Ege bölgesi hariç Türk tüketicisi sızma yağı pek tanımıyor, hatta kokusunu ve tadını oldukça sert buluyordu. Oysa sızmanın kokusu ve tadı yağın kalitesinin, içindeki doğal vitaminlerin ve antioksidanların göstergesiydi. Bunu anlatmak, sızma zeytinyağını tanıtmak ve beslenmemizdeki önemini anlatmak ise bizim görevimizdi. Bunu da pazarlamaya önem vererek gerçekleştirebileceğimizi biliyorduk. Pazarlama departmanının kurulması, yuvarlak kutu, pratik kapak gibi ilklerin yanında reklamlara ve tanıtımlara da büyük özen göstererek önem verdik.
1991 yılında ‘doğanın mucizesi’ sloganıyla, tüketiciyi bilgilendirmeye yönelik, çok ses getiren bir kampanyaya imza attık. Bir sonraki adımımız, tüketiciyle zeytin ağacının ilk buluşması olacaktı. Bizim için belki sayısızdı ama tüketici için ilk hasattı.
Eşim Alev ve çalışma arkadaşlarımızla, 10-12 Aralık 1993 tarihlerinde bir dostlar grubunu bir araya getirerek küçük ama değeri büyük, ilk hasat şenliğini gerçekleştirmiş olduk. Bu küçük girişim çok beğenildi, basının ilgisini çekti, Ayvalık çevresinde çok ses getirdi.
Dostlarımızdan Ahmet Kabakçı, ilk hasadın anısına plastik bir madalyon hazırlayıp tüm katılımcılara takdim etti. Üstünde biraz da latifeyle ‘Geleneksel 1. Zeytinyağı Hasadı’ yazıyordu. Mesaj alınmıştı; Komili’ye kurumsal bir görev, zeytin hasadı yapma görevi verilmişti.
22 sene evvel başlayan zeytinyağı kültürünü tanıtma şenlikleri, bütün zeytinyağı illerine, kasabalarına yayıldı. Bugün Ayvalık Zeytin Hasat ve Turizm Festivali adıyla
Ayvalık Belediyesi’nin destekleri ve organizasyonları bu kültürü daha da büyütüyor.
İlk hasadı anlatmaya o günün tarihiyle başladık ama bugün artık halis zeytinyağı tarih yazıyor.












Yorumlar