Zeytinlikte Bir Sabah- Leylâ ÇAPAN
- Zeytin Hasadi Dergisi
- 24 Eyl
- 4 dakikada okunur
Kim mi Ayvalıklı? Tabii ki Ayvalık coğrafyasındaki bütün zeytin ağaçları. Yaşlısı belki. Tıpkı Ayvalık’ta yaşayanlar gibi bazıları atadan Ayvalıklı, bazıları yeni gelenlerden… Zeytin ağaçları dile gelseydi:
“Dede, biz nereliyiz?”
“Ayvalıklı evlat. Niye sordun?”
“Sabah fotoğraf çekmeye gelenler vardı. Onları konuşurken duydum da. Tayfa nereli diye sordu kadın. Adam da, ‘Onlar uzaktan geliyor, İvrindi’den,’ dedi. ‘Yoksa traktörle gelirlerdi.”
Biz arabayla geldik. Zeytin hasadına ilk gelişim. Yücel tayfanın zeytinliğe gelişini çekecek. Sabah 7’de Hayrettinpaşa Camii’nin önünde buluştuk. Yücel’i beklerken bir traktörün homurtusu geliyor 13 Nisan caddesi tarafından. Önümden geçiyorlar. Arkalarından bakarken kasadaki tayfanın fotoğrafını çekmeyi akıl ediyorum son dakikada. Zeytin dedenin torunuyla sabah sohbetinin kahramanlarından biri benim, öteki de Yücel.
GÖRSEL
“Yücel Abi’ni tanımadın mı? O hep gelir fotoğraf çekmeye. Kadını ben de tanımıyorum. Geçenlerde bir sabah gelmişti galiba. Daha hasat başlamamıştı.”
“Dede, o kadın nereli peki?”
“İstanbulludur büyük ihtimal. Ama Ayvalık’ta yaşıyor olabilir.”
“O zaman Ayvalıklı olmaz mı?”
Yaşlı zeytinin torununa ne cevap verdiğini duymadım. Biz o sırada kahvaltı etmek üzere zeytinliğin aşağısına doğru yola çıkmıştık. Kahvaltıdan sonra Yücel fotoğraf çekmeye döndü. Çardağın altında bu satırları yazarken Ayvalık’ı düşünüyorum. Ayvalıklıları. Ayvalık’ta yaşayanları. Ayvalık’ta yaşananları. Ayvalıklı olmak Ayvalık’ta yaşamakla bir mi? Ya Ayvalık’ın yerlisi?
“Kadın Ayvalıklı olsa zeytin hasadına ilk defa geliyor olmazdı. Bak evlat, bizim ömrümüz insan ömründen uzun. Tek tük de olsa bin yıldan fazla yaşayan atalarımız var. Bizimle tanışmaya geldi o.”
“Amma da yaptın dede, zeytin ağacı da mı görmemiş hiç?”
“Dalga geçme evlat. Görmüştür görmesine de, zeytin ağacı başka, zeytinlik ve zeytin hasadı başka.”
Torun zeytin bilmiyor ilk zeytin ağacıyla Rumelihisarı’nda, müzenin bahçesinde çocukken karşılaştığımı. Ayvalık’a ilk gelişim 90’ların başı olmalı. Bir yıl kadardır da ASKEV’in Türkiye’nin önde gelen kültür insanlarını, edebiyatçılarını, şairlerini, müzisyenlerini nitelikli programlarla ağırlama hedefine destek olmak için Ayvalık’ta yaşıyorum. Zeytin ağaçları kadar uzun ömürlü olmasalar da Ayvalık’ın tarihi evleri de tanıklık etmiş bu coğrafyada yaşananlara. 19’uncu yüzyıl sonlarından ve 20’nci yüzyıl başlarından kalan yüzlerce ev var Ayvalık’ın dar sokaklarında. ASKEV’in vakıf merkezi de 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde yapılmış bir konak. 1997’de rölevesini arkadaşım Hakkı’yla çıkartmıştık. Bahçe daha yoktu, zeytinliğeyse sıra yıllar sonra gelecekti.
“Dede, dede! Bak gene geldi kadın.”
“Gelir tabii. Tentelerin serildiğini gördü. Hasat makinasının adını sordu Mustafa’ya duymadın mı? Sırığın yerini aldı ya bu makineler. Motorlu bir çeşit tırpan işte. Bak bak tayfanın zeytini nasıl silktiğine bakıyor. Kadınların ne yaptığını da merak ediyor bence.”
“Nesini merak ediyor? Tenteleri seriyorlar ya.”
“Sen biliyorsun da merak etmiyorsun. Kadının Yücel’e nasıl bir işbölümü yapıldığını sorduğunu duymadın mı? “Kasalama işi kadınların, kasaları taşımak da gençlerin,” dedi Yücel de.”
“Yücel Abi aşağıya gidip geldikten sonra merdiven de dayadılar ya üst dallara ulaşmak için, onu da söylemiş midir tekrar gittiğinde?”
Çardağın altında Ayvalık’ın sokaklarına dalmışken Yücel geri geldi. İlk defa ne zaman zeytin hasadına gittiğini sordum. “İlk geldiğimde,” dedi. “Pandemiden önceydi. Cunda’da gittim hasada.” Muzipçe “Niye gittin?” dedim, “Meraktan,” dedi. Gülüştük. İşe ihtiyacı olduğu bir ara tayfalık yapmayı da düşünmüş ama saat 6’da başlamak, sabah serinliğinde ısınmak için ateş yakılması filan gözü korkutmuş anlaşılan, gitmemiş. Zeytin hasadıyla ilgili anıların bir kısmını geçen yıl Zeytin Hasadı’nda okudum. Söz uçar, yazı kalır ne de olsa. Bir de yazıya geçirilen söz var.
Homeros’un destanları sözlü gelenekten geliyor. İ.Ö. 8’inci yüzyılda yazıya geçirilen İlyada destanı, Edremit Körfezi’nin kuzeyinde Troas bölgesinde Troyalılarla Akhalar arasında İ.Ö. 11’inci yüzyılda yapılan savaşı anlatıyor. Savaşın kahramanı Akhilleus’un kısa bir ömre yazgılı olduğunu bilen annesi tanrıça Thetis demirci tanrı Hephaistos’a şöyle yalvarır: “…kısa ömürlü oğluma bir kalkan, bir tolga ver, / bir zırh yap ona…” “Çok ünlü topal karşılık verdi ona, dedi ki: “Güven bana, dert edinme bunları kendine. / Yaklaşınca ona kara kader, / nasıl inanabilirsen onu acıklı ölümden koruyacağıma, / ona silâhlar yapacağıma da öyle inan. Şaşakalacak bu silâhları gören.” İlyada’nın 18’inci Bölümünde kalkanın üzerindeki süslemelerin betimlemeleri geliyor aklıma. İki kent betimlemesi öne çıkar burada. Birincisi barış zamanı bu coğrafyada halkların nasıl yaşadığını anlatır. Zeytin hasadı değil belki ama düğünler, ziyafetler, kızlı oğlanlı danslar, bağbozumu şenlikleri, sazlı sözlü eğlenceler bu coğrafyayı bilenlere hâlâ tanıdık gelir. Ardından gelen savaş, çatışma, bölünmüşlük betimlemeleri de ister istemez burada bir zamanlar birlikte yaşayan halkların nasıl birbirine düşürüldüğünü, yurtlarından olduğunu akla getirir.
20’nci yüzyılın başında Ayvalık da bu çatışmalardan nasibini almış, birlikte yaşayan halklar birbirine düşürülmüş. 1919-1922 Türk-Yunan savaşı sona erdikten sonra Zorunlu Nüfus Mübadele anlaşmasıyla Ayvalık’ta büyük bir nüfus değişikliği yaşanmış. Cumhuriyetin 100. Yılı aynı zamanda mübadelenin de yüzüncü yılı olunca 2023 yılının kültür gündeminde “mübadele” önemli bir yer kaplamıştır. Mübadillerin az sayıda hayatta kalan çocuklarının ve daha çok sayıdaki torunlarının ve onların çocuklarının tanıklıkları sözlü tarih çalışmalarıyla kayda geçirilmeye devam etmekte. Bu konuyla ilgili belgeler, araştırmalar, edebî metinler de bu belleğin önemli bileşenleri. UNESCO kültür mirası adayı Ayvalık’ın yakın tarihinin bu yüzyıllık geçmişle bağlarını, günümüzdeki durumunu ve gelecekle ilgili projelerini zeytin hasadı üst başlığıyla birleştiren Zeytin Hasadı yayını unutmaya, unutulmaya karşı ortak bir emeğin benzersiz bir örneği.
“Dede, sana bir şey soracağım.”
“Sen uyumadın mı evlat?”
“Verba volant, scripta manent ne demek? Aklıma takıldı da uyku tutmadı bir türlü.”
“Ooo, Latince’e mi öğreniyorsun yoksa?”
“Öğrenmenin yaşı yoktur demiştin ya. Nece olduğunu bilmiyorum gerçi de geçen gün gelen kadından duydum. Unutmadan sorayım dedim.”
“Söz uçar, yazı kalır” demek evlat. Latin atasözü.”
Yazıya geçirmek, kayıt tutmak kalıcılığın ilk adımı belki ama yazılanların okunması, bilgilerin paylaşılması, duyulması, duyurulması, yayılması da bir o kadar önemli. Günümüzün zorlayıcı ekonomik koşullarında özveriyle yazılan her satır, yapılan her yayın ancak okurunu bulduğunda hak ettiği anlamı kazanıyor. Dijital yayıncılık da bu anlamda önemli bir yer tutuyor. Yine de bir büyüğümüzün bize hep hatırlattığı ‘birlikte yaşamanın bir sanat olduğunu’, paylaşmanın anlamını unutmayalım. Zeytin Hasadı 101elden ele, bellekten belleğe.
Yazıyla anlatılamayanı şarkılar anlatırmış. Sahi Ayvalık’a ait bir şarkı var mı? Bu sorunun cevabını bilmiyorum ama bir gün bana sorduğum soruların cevabını bulduğumda yeni sorular soracağımı söyleyen John Berger’ın şu sözlerini sizlerle paylaşarak sözlerimi noktalamak istiyorum:
Bütün şarkılar yolculuklara dairdir. Akıbetleri, geri dönüşleri, karşılamaları ve vedaları anlatır. Başka türlü söylersek; şarkılar bir yokluğa söylenir. İlhamlarını yokluk vermiştir ve yokluğa hitap ederler. Aynı zamanda şarkının paylaşılmasıyla yokluk da paylaşılır ve daha az keskin, daha az yalnız, daha az sessiz bir hal alır. (Hoşbeş, Metis, 2024)









Yorumlar