Zeytin Tanesi, Çocuk ve Ayvalık-Dr. Menekşe TOKYAY
- Zeytin Hasadi Dergisi
- 25 Eyl
- 6 dakikada okunur
* Çocuk hakları uzmanı, gazeteci, yazar
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
Nazım Hikmet
Hafif çırpıntılı bir deniz, ufukta yankılanan martı çığlıkları ve derin bir iç çekişle yüzeye çıkan uçucu düşünceler… Gözlerim denizle gökyüzü arasında gezinirken, yanı başımda duran Amin Maalouf’un Yolların Başlangıcı kitabı sessizce eşlik ediyor bana. Sanki sayfalarından bir meltem esiyor; bir şeyleri anlatmak, fısıldamak istiyor gibi…
“Ağaçların tersine, yollar rastgele atılmış tohumlarla topraktan fışkırmaz,” diyor Maalouf, kelimeleri bir bilgenin dudaklarından dökülen kadim bir hakikat gibi. “Bizim gibi onların da başlangıcı vardır.”
Bu cümlelerin yankısı içime işlerken, her yılın ilk gününü Ayvalık’ta karşılayan; her yaz, kızımın doğum gününü bu kıyıda kutlama telaşıyla dolup taşan ben… Kendimi, yaşamın dönemeçlerini ve her bir başlangıcın ardında saklı bitişleri düşünürken buluyorum.
“Aldatıcı bir başlangıçtır bu, çünkü hiçbir zaman bir yolun gerçek bir başlama noktası yoktur; birinci dönemeçten önce, orada, hemen arkasında başka bir dönemeç daha vardır ve ondan önce bir tane daha…” diye devam ediyor Maalouf. “Ele avuca sığmaz bir başlangıçtır bu; çünkü her kavşakta başka başlangıçlardan gelen, başka yollar katılmıştır.”
Bu satırları okurken, sadece yeni yıl ve yaz değil, yolların, yaşamların ve düşlerin başlangıçlarını ve bitişlerini düşünüyorum. Her bitişte bir başlangıç, her başlangıçta bir izlek saklı; ruhuma fısıldayan bu döngüyü, mavinin ve yeşilin kucaklaştığı o kutsal coğrafyada arıyorum...
Maalouf’un sayfaları arasında kaybolurken, ele avuca sığmaz bir zeytin tanesi ansızın ayaklarımın dibine düşüveriyor ve beni şimdiki zamana doğru çekiyor. Onun yolu neydi, hangi dönemeçleri aşarak buraya vardı, hangi başlangıçlardan geçti? Bilmiyorum.
Ne de olsa susan bir zeytin tanesinin bile hikayesi büyük olabiliyor.
Ama o hikâyeyi sorgulamıyorum da... Onu nazikçe yerden alıyor, parmaklarımın arasında usulca çeviriyorum.
Bu minik zeytin, sanki evrenin devasa bir hikâyesini fısıldıyor. Bir başlangıcı, bir yolu, bir anlamı…
Ayvalık topraklarının en güçlü ve en köklü sembolü: zeytin… Sade bir varoluşun ardında saklı derin anlamlar taşıyor. O yalnızca bir ürün değil; bereketiyle binlerce yılın kültürel, sosyal ve duygusal mirasını omuzlayan bir emanet. Her dalı dayanışmayı, her yaprağı birlikte değer üretmeyi fısıldıyor. Zeytin, yüzyıllar ve mekanlar ötesinde birlikte yaşamanın, toplumsal barışın ve doğayla uyumun en kadim şairi; ekosistemin sarsılmaz bir paydaşı.
Derler ki, “Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne.” Benim zeytin türküm ise, çocuk haklarına olan tutkumla birleşiyor.
Cumhuriyet’in ilanının üzerinden tam 101 yıl geçmişken çocuk hakları hâlâ savunmasız bir alan... Çocuk işçiliği, eğitime erişim sorunları, erken yaşta evlilikler… Tüm bu sorunlar, toplumun derinliklerinde bir fay hattı gibi ilerliyor.
İnsan hakları üzerine kazanımlarımız ve yitimlerimiz, her gün alevlenen tartışmalarla yeniden şekilleniyor. Bu süreçte, ülkenin en kırılgan, en savunmasız, haklarından en çok mahrum kalan çocukların yalnızlığı, avuçlarımda dönen o tek zeytin tanesi kadar derin ve sessiz bir hüznü taşıyor.
Çünkü o, çocukların sessiz çığlıklarını, haklarından yoksun bırakılmış binlercesini, insanlığın unuttuğu vicdanı anımsatıyor bana.
Zeytin, sadece bir ağaç değil; bir anımsatma... Kökleriyle geçmişi, yapraklarıyla bugünü ve geleceği kucaklayan bir anı... O, çocukların kırılgan hayatlarının, unuttuğumuz sorumluluklarımızın, yeniden inşa edilmesi gereken adaletin sembolü...
Zeytin ağacı, tıpkı çocuklar gibi, dayanıklılığın, sabrın ve yeniden doğuşun timsali... Kökleriyle toprağın derinliklerine sıkı sıkıya tutunur ve taşlı, kurak arazilerde bile yaşam bulur. Zeytinlik alanları madencilik faaliyetlerine açmak için yapılmak istenen yasal değişikliklere karşı da, çocuk yaşta zorla evlendirilen çocukların hak ihlallerine karşı da hak savunucuları seslerini yükseltir. Ne zeytin yalnız kalmalıdır bu coğrafyada, ne de çocuklar…
Zeytin de çocuk da, hayatta kalma, hayata tutunma, hayattan güç alma azmiyle, çatlayan topraklarda, kuralsızlaşan coğrafyalarda, “su küçüğün, söz büyüğün” dayatmalarıyla yok sayılan ortamlarda bile yeşermeye çalışır.
Zeytin ağacının da çocuğun da ömrü, yüzlerce yıl süren sessiz direnişleri, mücadeleleri barındırır. Yeniden yeşermek için bir dal parçası, ona uzanan bir yardım eli, hak savunucularının inatçılıkları yeter onlara…
Zeytin ağacı da çocuklar da bana hep şunu düşündürür: Dayanıklılık ve yılmazlık, sadece güçte ve yaşta değil, kök saldığın ve gözlerini açtığın coğrafyada inatla var olabilmek, senin var oluşunu tehdit edenlere karşı gerektiğinde yardım çığlığını yükseltebilmektedir.
Zeytin ağacının yaşamı, tek bir tohumla başlar, tıpkı ana rahmine düşen bir bebek gibi... Zeytin ağacı toprağa, çocuk da dünyaya kavuştuğu andan itibaren, gelecekte nasıl bir ağaç ve nasıl bir birey olacağı, ona gösterilen özen ve sağlanan sağlıklı ortamla şekillenir. Zeytin ağacı da çocuk da içsel ve dışsal etmenler doğrultusunda filizlenir ve köklenir. Zeytin ağaçlarına sarılarak onları kapitalist kıyımlar karşısında koruyan vicdanlı bireyler, bir yandan da çocuklara sevgi, güven, adalet ve sağlık dolu bir yaşam ortamı sunmak isterler.
Avuçlarımda duran bu küçük zeytin tanesi, sessiz bir direniş gibi… Susturulmuş binlerce çocuğun haykırışı, insana sorumluluklarını hatırlatan bir vicdan…
Tıpkı rüzgara, kuraklığa, zorlu iklim koşullarına karşı köklerinden gelen güçle direnen zeytin ağaçları gibi, çocuklar da karşılaştıkları güçlüklerle baş ederken dayanacak bir desteğe, güvenli bir çevreye ihtiyaç duyarlar. Dünyaya şanslı doğanlar için bu güç bazen onu koşulsuz seven bir aile, güçlü bir eğitim ve haklarına tam erişim imkanından gelir.
Cumhuriyet, bu topraklarda varoluş mücadelesi veren her bir bireyin umudunu yeşerten bir dönemdi. Mustafa Kemal Atatürk, "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" derken, bu egemenlik anlayışı, yalnızca bir grup elitin değil, her bireyin, her çocuğun özgürce yaşayabilmesi için en önemli temeli oluşturuyordu.
Cumhuriyet, insana saygıyı ve bireylerin haklarını güvence altına almayı vaat ediyor. Tıpkı barışın ve dayanışmanın evrensel bir sembolü olan zeytin gibi, halklar arasında karşılıklı saygı ve dayanışma üzerine temelleniyor. Tıpkı barışçıl bir toplumun temel taşı olan çocuk haklarının korunması ve savunulması gibi, Cumhuriyet de adil, eşitlikçi ve güvenli bir toplumun formülünü içinde barındırıyor.
Ancak, dünyada çocuklara ilk kez bayram armağan eden bir ülkede, günümüzde toplumun en temel ve en savunmasız grubu olan çocukların haklarından yeterince faydalandığını söylemek mümkün değil. Binlerce yıllık hikayelerin, mücadelelerin tanıkları olan zeytin ağaçları da, çocukların yaşadıkları hak ihlallerinin en yakın tanıklarındandır.
Bir çocuğun hayata gülümseyerek başlayabilmesi ve yaşamını özgürce kucaklayabilmesi, parçası olduğu topluma ve çevresine bağlı... Bir çocuk, haksızlıklara maruz kaldığında, hakları ihlal edildiğinde, okulöncesi eğitimin sınıfsallığından ötürü hayata 1-0 geriden başladığında, hane gelirine katkıda bulunması gerektiği için çocuk işçi olarak çalıştırıldığında, okumasına izin verilmediği için erken yaşta zorla evlendirildiğinde, çocukluğa özgü o katıksız sevinçten yoksun bırakıldığında, toplum da bu ihlaller zincirinin artçı sarsıntılarını iliklerine dek hisseder.
Zeytin gibi köklü ve kadim, çocuk gibi savunmasız ve kırılgan bu coğrafyada, insan olmanın, zeytin gibi dayanıklı ve yılmaz olmanın, çocukluğun, çocuk olmanın ve çocuk haklarının anlamını yeniden düşünmek gerek. Çünkü “yolların başlangıcı” kadar, onların hakkıyla “yollarına devam edebilmeleri” de bizim elimizde…
Çocukların sağlıklı bir yaşam sürme, Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ve uluslararası hukukun gerekleri ışığında eğitim hakkından oyun oynama hakkına, sağlık hakkından katılım hakkına tüm temel haklarından yararlanmasını sağlamak, Cumhuriyet’in kurucu felsefesi ve eşitlik ilkesine uygun bir ülkenin gereklerindendir.
Milyonlarca çocuk, akşam yatağa aç karna girerken, resmi rakamlara göre 100 çocuktan sadece 12’si her gün et tüketir ve gerisi makarna ve ekmekle karnını doyururken, bu yüzden çocuklarda bodurluk ve derse konsantrasyon eksikliği sorunları zirveye ulaşırken, dünya çapında 100’ü aşkın ülkede uygulanmasına rağmen bu bereketli topraklarda tüm çağrılara rağmen ücretsiz okul yemeği uygulaması olmazken, milyonlarcası yoksulluk sınırının altında yaşayan çocukların eşitliğinden söz etmek mümkün mü?
Ayvalık’ta kısa süre önce ortaokul ve lise öğrencileri için açılan öğrenci lokantası gibi uygulamalar, ülkedeki tüm belediyelere ilham kaynağı olması gerekirken, çocuklar bu bereketli topraklarda neden açlıkla sınanır ki?
Her yıl okul sıralarında olması gereken 15-17 yaş aralığındaki binlerce çocuk doğum yaparken, bebek öldüren çetelerin elinde çocukların yaşam hakları hunharca ellerinden alınırken, sanayide mesleki eğitim adı altında çalıştırılırken, her sene onlarcası iş cinayetine kurban giderken, 2024 yılında en az 229 çocuk istismar edilip en az 43 çocuk öldürülmüşken, “hangi çocuk hakları?” diye sormak gerekiyor. Oysa her rakam ayrı bir çocuğun biricik yaşamı…
Bereketli zeytin ağaçlarının kucaklayıcı gölgesinde barış içinde oynayan, haklarının güvence altında olduğunu hisseden çocuklar, aynı zamanda demokrasinin ve Cumhuriyetin potansiyel savunucuları... Onların iyi olma hallerini güçlendirecek her reform, çocuklar için adaleti sağlayacak her girişim, onların hak ihlalleriyle mücadeleye dönük her adım, Cumhuriyet’in temel felsefesinin canlı ve güçlü kalmasını sağlayacak. Çocuklar ile zeytin ağaçlarının birlikte yeşermesi, zeytin ağaçlarının madenciliğe ve inşaat rantına, çocukların da onların haklarını gasp edenlere karşı korunması, bu topraklarda umudu ayakta tutacak.
Cumhuriyetin gerçek kazanımı, çocukların bugün ve geleceğin eşit, adil ve güvenli bir şekilde tesis edilmesiyle hayat bulacak. Ne güzel der Nermin Yıldırım, Misafir adlı o müthiş romanında: “Çocuktuk, bazılarımız için yokuşlar daha dik, merdivenler daha yüksekti. Kimimiz birilerinin elini tutup çıkarken, kimimiz düşme korkusuyla tırabzanlara yapışıp kaldı, kimimiz de başka birileri tarafından aşağı itildi.” Çocukları da zeytin ağaçlarını da aşağı itmeyin Efendiler…
Elimde Maalouf’un kitabı, Ayvalık’ın zeytin kokulu sokaklarında dolaşıyorum. Tıpkı otuz yıl kadar önce aynı sokakları arşınlayan çocukluğum gibi… Köklerim toprağa ve aile bağlarıma, dallarım gökyüzüne, çocukların mutlu ve umutlu yaşayacağı günlerin hayaline doğru uzanan bir zeytin ağacı gibiyim. Yaşamak yanım ağır bastığından…









Yorumlar