top of page

Efsaneler Ağacı Zeytin-Prof. Dr. Y. Mimar Murat Eriç

Güncelleme tarihi: 11 Oca

Yangınlardan sonra bile yeniden yeşerdiği bilinen, efsanelerin “Ölmez Ağacı” zeytin için, İyonyalı ozan Homeros, “ona yaslandığımda bana şöyle fısıldadı. Ben birine değil, herkese aitim. Sen gelmeden önce de buradaydım. Sen gittikten sonra da burada olacağım,” diye yazmıştır. Bir başka efsaneye göre de dünya hayatının düzene girip girmediğini anlamak için Nuh peygamberin gönderdiği beyaz güvercin, ağzında bir zeytin dalı ile döner. Bu yaşama huzurun ve düzenin geldiğinin bir işaretidir. O günden beri zeytin dalı barışın sembolü olarak kabul edilmiştir.

Eski Mısır’da zeytinyağının şifa olarak kullanıldığı ve firavunların zeytin dallarından örülmüş adalet tacı giydiği, mumyalarının boyunlarında da zeytin dallarından kolyeler olduğu ve Anadolu’nun eski uygarlıklarından Hititler’de de zeytin yetiştirildiği bilinmektedir. Eski Batı Anadolu medeniyetlerinde zeytinyağına “sıvı altın” adı verilmiştir. Mısır tanrıçası İsis, Mısırlılar’a zeytin ağacını dikmeyi ve ürünlerinden yararlanmayı öğrettiği, kayıtlarda vardır. Mısır’ın en eski piramidi Sakkara’da (MÖ 2500) bir zeytin sıkma aletinin bulunması rastlantı değildir. Urla Limantepe Höyüğü kazılarında MÖ 3000-2000 tarihlerinden kalma, zeytin tanelerini ezmek için kullanılan küçük el havanları, öğütme taşları, zeytinyağını ayrıştırmaya yarayan toprak kaplar ve zeytinyağı depoları gün ışığına çıkarılmıştır. İnsanlık tarihine dayanan bu ağaç, anavatanı Güneydoğu Anadolu ve Hatay bölgesi iken, Fenikeliler ve Sami kabileleri aracılığı ile yavaş yavaş Ege denizine kadar uzanan alana yayılmıştır. Özellikle Fenikeliler Akdeniz’de zeytinyağı ve şarap ürünlerinde etkili bir deniz ticareti ağı geliştirmişlerdir.            Helenistik Dönemden kalan amfora kalıntıları Rodos, Sakız, Midilli, Thassos ve Knidos gibi antik yerleşim merkezlerinde zeytinyağının üretildiği ve ihraç edildiğini açıkça göstermektedir. Atina’da ünlü ilk devlet anayasası yazarı Solon[1], dünyada ilk zeytin ağacını koruma yasasını çıkartmış, her zeytinlikte yılda ikiden fazla ağaç kesilmesine izin verilmediği gibi, zeytinyağı ticaretini kontrol altına alan kanunlar çıkarmıştır. Antik Atina’da zeytin tanrıça Athena’nın insanlara sunduğu, Olimpiyat oyunlarında ise Herakles’in armağan ettiği bir nesne olarak kabul görmüştür. Oyunlarda güreşçiler ve koşucular yarışma öncesi adalelerini ısıtmak için zeytinyağı ile ovarlar, ayrıca zengin, kadın ve erkekler de vücutları yumuşak olsun diye hamam sonrası zeytinyağı sürerlermiş. O dönemde aydınlanma için kullanılan nesne ise yine zeytinyağı olmuştur.

Antik çağda zeytinyağının önemli bir kullanım alanı da tıptır. Çağın ünlü hekimleri Koslu Hipokrat ve Bergamalı Galen’in önerdiği ilaçlar arasında da zeytinyağı vardır. Romalılarda ise[2] ülkelerinin kurucusu Romus ve Romulus’un bir zeytin ağacının altında doğduğuna inanılırdı. Elçileri yeni bir ülkeye gittiklerinde, ellerinde zeytin dalı ile barış için geldiklerini göstermişlerdir. Romalılarda zeytinyağı ölüm ve dini törenlerde kullanıldığı, ölen kişinin yüzüne zeytinyağı serpilerek kutsandığı ve bu şekilde günahlardan arınacağına inanılıyordu. Bu kadar kutsal kabul edilen ve yaşamın birçok alanında kullandıkları zeytin ağacının dikimi, uzun yıllar Romalılar tarafından teşvik edilmiş, halka zeytinden yağ çıkarılması ve işlenmesi öğretilmiştir. Roma’ya zeytinyağı sağlayan bir eyaleti de “Hispania” olarak bilinen İspanya bölgesidir. Buradan diğer Roma eyaletlerine önemli boyutlara varan ölçüde zeytinyağı ihraç edilmiştir. Frigler, Karyalılar, Lidyalılar, Hititler ve Troialılardan oluşmuş, kültürel geçmişi zengin bir Ege halkı yanında Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren Anadolu’nun yeni sahipleri Türklerde zeytinyağı kültürü daha da zenginleşmiştir. Sofralar zeytinyağlı birçok yemeklerle bezenmiştir. Görüldüğü gibi zeytin en az 6000 yılından beri değerli bir yiyecek olarak sofralarımızda yer almış ve toplumları zengin etmiştir.            Dolayısıyla Ayvalık’ta ilk yaşayanlar da zeytincilikten gelen zenginlikle kısa sürede servete kavuşmuşlardır. Ege yöresinde antik çağlardan beri zeytin adına şölenler yapılmış, zafer kazananlara zeytin dalı verilmesi âdetten olmuştur. O dönemlerde zeytin o kadar faydalı bir şeydi ki, tanesi yeniyor, yağı yemek pişiriyor ayrıca da aydınlatmada kullanılıyordu. Uzun süre saklanması da mümkündü. Dikildiğinden beş yıl sonra ürün vermeğe başlıyor ve 1000 seneden fazla[3] yaşayabiliyordu. İlk buraya göçle gelenlerin acaba ne büyük umutları olmuş, bir de o güzelim zeytin ağaçlarını görünce?            Şimdi Ayvalık’la ilgili yazmış olduğum “Bir Evin Anıları” kitabından birkaç dizeyi burada size aktarmak isterim.[4]                    Yok, artık kapı önünde oturanlar, Yorgun yaşlı balıkçılar, Rüzgârlar eserken denizden, Serinleyen evler ve sokaklar.            Artık gitmeli, Mavi, berrak suları bulabilmeli, Bir sahil kentine, Aivaly’nin bir benzerine yerleşmeli.            Orada da olmalı zeytin ağaçları, Girişi gizli limanları, Koyları dantel gibi, Etrafında bir sürü adaları.            Yolumuza çıkarsa o eski öyküler, Karışır gerçeklerle hayaller, Onlar öyle kişilerdir ki, Evleridir sanki denizler.

Sözü getirdik uygarlık tarihine, Anadolu’nun zengin kültürüne,[5] Geçmişin anılarıdır, Renk katar her insanın gönlüne.

Yaşarsanız tarih içinde, Ve Ege’nin zengin yörelerinde, Oturanlar kim mi dersiniz? Hititler’den günümüze bu evlerde.

Görürüz her şeyi bir kapıya bakarken, Bir uygarlıktan diğerine geçerken, Her açılışında yeni bir dünyaya, Bu tarihi mirasa tanıklık ederken.[6]

Bu arada yirmi sene Ayvalık’ta yaşamış biri olarak canımı sıkan bir hususu sizlerle paylaşmak isterim. Burada yaşayan kişilerin Ayvalık evlerinden “Rum evi” diye söz etmeleri. Bence göçle gelenler bu evleri tam olarak benimseyememişler, anlaşılan. Hâlbuki buranın malzemesiyle, havasına suyuna uygun olarak inşa edilmiş, taşı biraz ilerideki küçük bir köyden, ahşabı yine bu civardaki bir çam ormanından alınmamış mı? Peki niye bu evlere yörenin adıyla hitap etmezler. Belki de sonradan göçle buraya gelen Türklerin kendi evlerini terk ederek buralarda başkalarının evlerine yerleştirilince, sanırım kabullenememeleri nedeniyle. İlk sahipler “Aivaly” Türkler ise “Ayvalık” diyordu. Peki, niye şimdi “Ayvalık evi” demiyorlar? Ne zaman bunların gerçek değeri bilinecek ve tüm sokakları gereği gibi korunacak? Çünkü bunlar geçmiş yaşamın birer canlı tanığı ve gelecek kuşaklara bu değeri yansıtacak en güzel yaşam örnekleridir.            Evlerdeki asıl büyük gelişme Mora’nın Osmanlı topraklarından kaybı ve Kırım harbi sonrası İngilizlerin teşviki ile Teselya Bölgesinden birçok Grek asıllı ailenin buraların bereketli topraklarına göç ettirilmesiyle yaşanmıştır. Böylece bir sürü kilise ve üç bine yakın sıra ev 1800’lerin ortasında ve 1900’lerin başında hızla inşa edilmeye başlanmıştır. Bu olay evlerin geçmişindeki ilk göç hikâyesidir. Özellikle Mora isyanı ile beraber oraya giden yardımları engellemek, zeytinyağı ihracatını kontrol altına almak, yerel Türk halkını korkutup uzaklaştırmak amacıyla bu uygulama yapılmıştır. Haliyle bölgede zeytinden kaynaklanan o büyük değer, iştah kabartıyordu. Artık burada yaşayanların tek işi vardı, o da zeytincilik. Çeşitli yağhanelerin dışında evlerinin zemin katlarını da zeytin bastırılan, zeytinyağı ve sabun üretilen adeta küçük imalathanelere dönüştürmüşlerdi. Esas inşaat faaliyetleri, Hıristiyan tebaaya 1839’daki Tanzimat’ın getirdiği serbestîye içinde yani Abdülmecit döneminde olmuştur. Evlerin hepsi o dönemin modası olan Neoklasik tarzda oluşu, bunun bir kanıtıdır. Sıra evler birbirine çok benzer, alt katları bir üretim yeri, üst katlar yaşam odaları şeklinde düzenlenmiştir. Aralarında bazı değişik örnekler olsa da çoğu birbirinin aynıdır.            Bu arada Balkan savaşı patlak vermiş, her şey bir anda allak bullak olmuş, insanlar yenilgi sonrası uğradıkları zulümler, evlerinden kovulmalar, öldürülmeler, kaçırılmalar bir yana, göç edip geldikleri bambaşka yerlerde bir eve yerleştirilmek için bekleşip durmuşlar. Gelenler çektiklerini hep içlerine gömmüş, ağızlarını bıçak açmaz olmuştu. Sonra hicret başladı. Neredeyse yüzlerce yıldır yaşadıkları güzelim evlerinin kapısını çekip, elde bir bavul, sırtta bir sandık kimi at arabasıyla veya yürüyerek, parası olanlar ise yabancılara ait bir gemiye binerek buralara kadar gelmişlerdi. Geldikleri yerde zeytinlikleri, tarlaları olanlar şanslıydı, hiç olmazsa onlara mülklerinin karşılıkları verilmişti. Ama orada sadece bir evi olanlar yani memuriyetten hayatını geçindirenler ise zeytin dikmekten, zeytin sıkıp yağını çıkartmaktan ne anlasınlar, sadece başlarını sokacak bir eve sahip olabilmişlerdi.            Buradaki Hıristiyan halkın Türklerle beraber yaşarken hiçbir sorunları yokmuş, ancak bütün zeytin ve zeytinyağı ticareti onların elindeymiş ve bundan çok para kazanıyorlarmış. Ta ki Avrupa’dan bazı kişiler gelip 1900’lü yılların başlarında yine siyasetçileri kışkırtıncaya kadar. Boş yere Ayvalık’ta konsolosluklar açılmamış. Çünkü amaçları en kısa yoldan zeytinyağı ticaretini kendi ellerine geçirmekmiş. İstiklal savaşı sonrası da yine birçok acılar yaşanmış ancak sonuçta durum kontrol altına alınmıştı. Bu da şunu gösteriyor ki, eğer sizde değerli bir şey varsa onu elinizden almak için kurulan senaryolar tarihin her döneminde olmuştur. Değerli madenler, petrol ve elmas için yapılan sinsi savaşlar günümüzde hâlâ devam etmiyor mu?            Ulu önder Atatürk’ümüzün kurduğu Cumhuriyet ile gerçekleşen devrimlerin heyecan veren enerjisi tüm ülkede kendini gösterince, Türk insanı milli değerlerine kısa sürede sahip çıkmıştır. Atatürk’ün Ayvalık ziyareti, Donanmanın Ayvalık’ta bayrak göstermesi, bir deniz uçağının Ayvalık’a inmesi bayram havası yaratmış ve sırasıyla zeytin şenlikleri de yapılmaya başlamıştı. Bunu takiben balolar, güzellik yarışmaları ve çeşitli sportif karşılaşmalarla Ayvalık’ın sosyal ve sanatsal yaşantısının süratle geliştiğini görebiliyoruz.            Ayvalık’ın tarihi miras ve kültür açısından zenginliğini ne kadar anlatsak bitiremeyiz. Günümüzde de geleneksel zeytin festivallerinin yapılması,  bizleri fazlasıyla mutlu kılmaktadır. Umarız bu etkinlikler, servet getiren bu efsaneler ağacını kesip imara açanlara bir farkındalık yaratır. Ayrıca zeytinyağı üretiminde kullanılmış olan eski yağhanelerin o geniş hacimleri her türlü sosyal aktivitenin yapılabileceği görkemli ve sıcak mekânlardır, yeter ki bu anlayışa uygun olarak değerlendirilsin. Restorasyonu düzgün yapılmış ve korumaya alınmış tarihsel doku örneklerinin sayısı ne yazık ki Ayvalık’ta henüz çok azdır. Ayvalık 2017 tarihinde UNESCO’nun Dünya Miras Fonu kapsamında ve “Endüstriyel Peyzaj” başlığı altında geçici listeye alınmıştır.[7] Bu konuda çalışanları kutlamak gerekir ancak asıl listeye geçmek o kadar kolay bir şey değildir. Bu nedenle el birliğiyle uluslararası kriterler süratle yerine getirilmelidir. Zeytin üretiminin tarihsel geçmişinde yağhaneler ile birlikte evlerde de bu üretimin devam ettiği düşünülürse, Ayvalık’ın tüm yerleşim dokusunun tarihi miras kapsamı içinde ele alınması daha faydalı sonuç verecektir. Eğer böyle bir strateji uygulanırsa Ayvalık sadece zeytincilikle değil, tarihi evleri ile de tüm dünyaya tanıtılmış olur.            Son olarak söyleyebileceğimiz tek söz, bilinçli ve bilgili bir şekilde geleceğe daima umutla bakmak, bizlere mutlaka başarıyı, dirliği ve mutluluğu beraberinde getirecektir.


[1]    Solon. (MÖ 640-560). Atinalı devlet adamı.

 

[2]    MS 23-79 tarihleri arasında yaşamış doğa bilimci ve  Roma döneminin deniz komutanı olan Yaşlı Plinius, yazmış olduğu Naturalis Historia (Doğa Tarihi) kitabının 15. cildinde zeytin ve zeytinyağından etraflıca söz etmiştir.

 

[3]    Hırvatistan’ın Brijuni adasındaki bir zeytin ağacının radyokarbon tarihleme yaşı yaklaşık 1600 yıldır. Halen yılda zeytinyağına dönüştürülen yaklaşık 30 kg zeytin vermektedir.

 

[4]    Murat Eriç. Bir Evin Anıları. 2019. Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

 

[5]    Biz Yunan yani İyonyalı derken düşünmeden onlara Batı Anadolu’yu ve Ege Denizini adeta hediye ediyoruz. Kim yaptıysa bu işi kötü yapmış, halbuki Avrupalılar da “Greece” sözcüğünü kullanırlarken biz neden bu tuzağa düşüyoruz.

 

[6]    Ege denizinin adı antik mitolojide yer alan “Aegeus” efsanesinden geldiği söylense de zaman zaman Arşipel veya Adalar Denizi olarak da anılmıştır. Hititler’de ise Ayvalık bölgesine Wilusa denilmektedir.

 

[7]    Konu hakkındaki detaylı bilgi internetteki UNESCO’nun http://whc.unesco.org/en/tentativelists/state=tr adresinde mevcuttur.




 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page