Zeytin ve Çocukluğumuz - Servisîmin CÖMERT-Piyale CÖMERT
- Zeytin Hasadi Dergisi
- 26 Ağu
- 3 dakikada okunur
Zeytinci bir ailede büyümek, zeytini tanımak bizim için; tabiat sevgisi, doğaya saygı, zeytin ağaçlarını yaşayan bireyler olarak kabul edip koruyup kollamak, onlarla dost olmak, sessiz iletişim kurmak demek. Zeytin yaprağının kül rengini yeşilin en güzeli bellemek demek. Nerede olursa olsun, bir zeytin ağacı görünce bir dost görmüş gibi gülümsemek demek. Anne dedemiz Mehmet Kaptanoğlu, baba dedemiz Mehmet Cömert ve babaannemiz Meknuze Cömert Midilli mübadiliydiler. Adada öğrendikleri aile işi olan zeytinciliği, Anadolu'ya göç ettikten sonra da devam ettiren, büyüten, ona saygı duyan ve ailelerini zeytinin bereketiyle besleyen büyüklerin torunlarıyız.
Çocukluğumuz zeytin odaklı geçti. 'Kış çok sert geçerse zeytin zarar görür', 'baharda yağmur yağıp arkasından güneş açarsa zeytin çiçeği yanar', 'zeytin hasada hazır olduğunda aşırı yağmur yağarsa zeytin toprağa dökülür ve çamura karışır' heyecanlarını yaşadık büyüklerimizle beraber. Var senesi-yok senesini öğrendik küçücük yaşlarımızda. Ağustos ayında babamla zeytinliğe gittiğimizde, o yıl ne kadar zeytin toplayacağımızı tahmin etmek keyifli bir oyundu bizim için. Farklı kişilere ait komşu zeytinliklerin sınırlarını belirleyen çitler yoktu. Mahsul toplanırken ağaçların kime ait olduğunun belli olması için mal sahiplerinin özel bir işaret seçip, her ağaca boya ile o işareti koyduğunu, bizim ailemizin zeytin ağaçlarında "mavi yıldız" işareti olduğunu çocukken öğrendik.
Doğa şartlarının uygun, mahsulün iyi olduğu yıllarda en heyecanlı ve keyifli dönem ise babamın o yılın yağından örnekleri eve getirdiği zamandı bizim için. Filtrelenmemiş, bulanık yağı koklamak, kokusunu içimize çekmek, güzel bir çiçek koklamaktan çok daha heyecan verici olurdu hepimiz için. Tadına baktığımız yağların kaç dizem olduğunu tahmin etmek de bir oyundu. Babannemin, kalınca kesilmiş ve kızarmış ekmeğin üzerinde parmaklarıyla minik çukurlar oluşturması, üzerine yeni yağdan gezdirdiğinde minik göller oluşması... O ekmeğin tadını bugün bile damağımızda hissediyoruz.
Biz çocukken, anne dedemiz Midilli'deki yaşamlarını, ailenin zeytin işini, Rum komşularıyla güzel anılarını anlatırdı bize. Üç kardeş çevresinde toplanıp masal dinlermişçesine mutlu olurduk. Baba dedemizin ağabeyi Ali Cömert, anne dedemizin ablası Ayşe hala ile Midilli'de evlenmişler. Mutlulukları, halanın ilk doğumundan sonra vefat etmesiyle son bulmuş ne yazık ki, ama iki aile çok yakınlaşmışlar birbirlerine. Dedelerimiz iki kardeş kadar yakın dost olmuşlar.
Birinci Dünya Savaşı döneminde Yunan hümümeti, Türk-Rum ayırımı yapmadan Midilli'deki tüm genç erkekleri Yunan ordusuna katılmaya mecbur edince dedelerimiz adayı terk edip Türk ordusuna katılmaya karar vermişler. Beraberce bir kayıkla denize açıldıktan kısa bir süre sonra yakalanmışlar. Midilli şehrinde Yunan harp mahkemesine çıkartılmışlar. Sonucu kesinlikle idam olan bu suçun cezasını hâkim açıklamak üzereyken, Midilli semalarında beliren pervaneli bir Türk uçağı şehri bombalamaya başlamış. O karmaşada dedelerimiz yine beraberce kaçmışlar. Bir Rum kayıkçının yardımıyla Anadolu'ya ayak basmışlar. Uzun yıllar sonra o uçağı kullanan pilotun, annemin en küçük kardeşi teyzemizin kayınpederi olduğu, dünürler arasında bir sohbet sırasında ortaya çıkmış!!!
Savaş sonlandığında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele andlaşması kapsamında anne dedemiz Havran'a, baba dedemiz Ayvalık'a yerleşmişler. Midilli'deki yaşamlarına, evlerine, çok sevdikleri zeytin ağaçlarına veda bile edemeden adadan ayrılan büyüklerimiz, yine bu sözleşmenin şatlarından dolayı doğup büyüdükleri yerleri bir daha göremeden, hasret içinde bu dünyadan göçüp gittiler. Dedemin babamdan onu Babakale'ye götürmesini birkaç kez istediğini hatırlıyorum. Adada yaşadığı yer ve ailenin zeytinlikleri, Türkiye'nin batısındaki bu burnun tam karşışındaymış. "Babam saatlerce hiç konuşmadan Midilli'yi seyretti yine" derdi babam geri döndüklerinde. Dedemin duyduğu özlemi, ağaçlarına bir daha hiç dokunamayacağını bilmenin hüznünü bizim anlamamız mümkün değildi.
Her iki dedemiz de Türk topraklarındaki yaşamlarını yine zeytine adayarak, tüm yatırımlarını zeytine yaparak içlerindeki acıyı dindirmeye çalıştılar. Bizler onların torunları olarak belki zeytincilik mesleğini seçmedik ama zeytin ağacına olan sevgiyi, saygıyı onlardan öğrendik.









Yorumlar