top of page

Sırrını Böğründe Taşıyan Zeytin-Serhan ADA

            Rüzgâr dindi. Tam vaktinde. Günün kızıllığından hiçbir emare kalmamışken. En son lacivert karanlığa atladığında. Şimdi gecede böceklerin sesleri, kaygılı. Bir de uykusunda dönen yılanın. Freskde boğanın eşlikçi-düşmanı olan ejderin. Deniz adamlarının yüksek konçları tuz taşıyor ana caddeye. Tuza bandırılmış kösele. Yorgun, bir o kadar da kösnül. Ayak altlarından Meandros alüvyonunun balçığı ana caddenin mermerine bulaşıyor. Kente sinen tuz kokusu. Rüzgâr dindi. Kent rutubet içinde, geceye ısınıyor.

            Ova limana kadar yıldızlarla yıkanıyor. Meşaleler Iyra’nın titreşiminde, tragedyanın gölgeli yüzünü aydınlatıyor. Orestes, Elektra’nın tiradını geçiyor. Konuşan ağzı, gırtlağı değil, elleri. Güdük bağların üzümünden beyaz şarap tragedyanın katığı. Geceyi kesiyor. Denizden gelip ta yamaçlara kadar. Kesiyor ve uzatıyor geceyi.

            Köle ayakların altında geometrinin yuvarlakları. İç içe geçen çember ve kirişler. Ak ve kara kadar uzak ve yakın. Kare yalnızca üçgene gebe olduğunda, var olabiliyor. Açılar ise gayrimeşru dörtgenler, eşkenar. Mermer, granit, mozaik aynı iki renkli-tek anlamlı yer yasasıyla döşeli. Ak, karanın tek yumurta ikizi. Gölge ancak (geceden) düşüyor. Yıldızlardan yansıyan renk oluyor. Işık, çıplak köle ayakların altında gecenin muştusu bir soğuk halı. Balık, tavus ve bayır güllerinin rengine meyve sunuyor, saygıyla. Nil deltasından geri geri kalkıp gelen ayaklar doğa-duvarın hizmetinde. Çok renkli-tek anlamlı zaman yasasıyla örülü.

            Yüksek konçlar meşaleleri geçip yamaca doğru merdivenlere seğirtiyor. Önüne değil, göğe bakan evde -büyük salonu gören odada- freskdeki boğanın boynuzları yıldızlanıyor. Eş zamanlı ancak dar mekânlı ihanet. Bakımlı gıcır sandaletler, ana caddenin minicik ayaklarına sürtünüyor. Kline’deki kıvırcık saçların diplerinden ter. Gece buharlaşıyor.

           

            Hic ego cum ueni, futui, deinde redei domi.[1]

            … duo coigues…[2]

 

            Yangın suretleri karartıyor. Madde kül ufak direniyor. Evler, evlere ebelik ediyor. Ateş yağlı ipini beşiğin, fırlatıp atıyor. Beşik toprağa karışıyor. Toprak duvara harç, altın ve sarımsak, çağlar sonra yamaçta uç veriyor. Denizlerden devşirilmiş ne varsa, zeytinin dibindeki oyukta bulunuyor. Yaşını göstermeyen zeytin, acıların ve ihtişamın değişmez tanığı. Hipokampus’un sırtında Poseidon’a kaçan Amphitrite döndü. Sırrı, çağlarca böğründe taşıyan zeytin, karşısında görünce güzelim kızı, çatladı. Ondandır duvarın inat kırmızısı.

 

            Admiror, paries, te non cecidisse ruinis…[3]

 

            Hayasız sabah, ihanetin ve zevklerin salyangozu. Sırtını dağın arkasından doğan güne yaslamış, sırıtıyor. Bayır güllerinde geceden damıtılmış buhar taneleri. Agora’da değişim. Yamaçta sabah esintisi. Nice tiranlar, valiler, konsüller, koloniler, adalar ve deniz seferlerinden getirip iktidar, söylev ve kılıçlarını sütun başları, mabedler ve heykellere dökülsün (diye) agora sermayesine katıyor. O ki, çağlar sonra (yine) dimdik ve kaskatı.

 

            Salue Lucrum…[4]

 

        Mart 1996’da FOL dergisinde çıkan bu yazıyı yazdığım zaman, 1995 yılının güzü olmalı. Efes’deki Celsus Kütüphanesi’nin tam karşısındaki zeytin ağacı geçmişi ele vermeyen o düzlükte tek başına duruyordu. Yamaç Evler henüz kazılmıştı, gösterdikleri o incelmiş zevki yansıtan zenginliğin altında yatan şeyleri henüz gözlerden saklıyorlardı. Yazarken her zenginliğin gölgesinde yatan eşitsizlikleri ve bir yastıkta ömür boyu sürsün diye verilmiş sözlere karşı ihaneti düşünmüş olmalıyım.

        Aradan 30 yıla yakın süre geçtikten sonra, Efes’in, MÖ 5. yüzyılda İyonya’yı silip süpüren Pers işgaline karşı durmak yerine uzlaşmayı seçtiğini ve böylece ticareti (ve kenti) kurtardığını ancak öğrendim. Kentin bu sayede, işgale karşı durduktan sonra yakılıp yıkılan yiğit Milet gibi geçmişini orasından burasından ve belli belirsiz sezdirmeyip göz alıcı ihtişamını bizlere nasıl olup da cömertçe sergileyebildiğini anlamış oldum. Şimdilerde cılız bir dereye benzeyen koskocaman Meandros’un kuzey ve güneyinde iki şehir… iki farklı yazgı. Birinde merak uyandırıcı bir kapalılık hüküm sürüyor. Ötekinde zamanımızın gece ören yeri ziyaretçileri cep telefonu kameralarını önceden hazırlayarak Celsus Kütüphanesi’nin ışıklarının yandığı o anı, aynı anda kaydedebilmek için dakikalar boyu yüzlerle bekliyorlar.

        Kentlerin kaderinde zaferler kadar yenilgiler de yazılı.

        Zeytin sonsuzluğu ve yalnızlığıyla zamanların tanığı.

      


[1]       Buraya geldiğimde seviştim, sonra da evime döndüm.

[2]       … iki eş…

[3]       Sana şaşarım, ey duvar, nasıl yıkılmadın…

[4]       Günaydın kâr…

 

ree

 

 

 

Yorumlar


  • Instagram
  • Facebook
  • X

Dilek ve önerileriniz için bize yazabilirsiniz.

bottom of page