top of page

Ölmez Ağacı-Mevlüt Asar

Güncelleme tarihi: 5 Oca

Günün ilk ışıklarıyla som altına dönüşmüş upuzun uzanan kumsaldayım. Peşime gölgemi takmış yürüyorum. Deniz puslu, karşı kıyılar hayal meyal seçiliyor. Bir balıkçı teknesi denizi ortasından yırtarak geçiyor. Bastığım her kum tanesi bu sahile vuran milyonlarca dalganın eseri. Gaipten gelen bir ses kulağımda. Dili tanıdık değil, ama anlıyorum yine de kutsal kitapları andıran sözleri. Belki Herodot belki de Homeros konuşan: “Ne savaşlara, ne trajedilere, ne dramlara ne umutlara tanık oldu bu topraklar ve bu deniz...”

Denizden esen bir rüzgarla mezarlık kokusu yayılıyor havaya. Çıktıkları umut yolculuğunda bu denize gömülmüş binlerce mülteci geliyor aklıma. Biraz ötede Aylin Bebeğin kumda kıvrılıp kalmış cansız bedeninin siluetini görüyorum...

Güneş yükseldikçe, toprağa düşen gölgem küçülüyor; gölgemle birlikte tüm insanlık. Büyüyor yüreğimdeki öfke, aklımdaki isyan. Kayıyor ayağımın altından kumlar. Ruhsal bir depremin ortasına düşüyor bedenim. Yer yarılacak, içine yuvarlanacak gibi oluyorum. Son bir gayret, kan ter içinde ulaşabildiğim en yakın zeytin ağacına sarılıyorum. Yaşlı gövdesi, gümüş yaprakları ile bir ana gibi kucaklıyor beni. “Korkma,” diyor. “Ben ölmez ağacıyım...”

Yapraklarının serinini, gövdesinin dinginliğini hissederek sakinleşiyorum. Kendimi ana kucağında bir çocuk gibi hissediyorum. Başımı kaldırıp ağacın zirvesine bakıyorum. Birden, gümüş pırıltılar arasından bembeyaz bir martı havalanıyor. Masmavi gökyüzüne doğru hızla yükselen martının yaşama sevinci yüreğimdeki sancıyı alıp götürüyor...



20 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Σχόλια


bottom of page