top of page

Orhan Peker-Selçuk KALTALIOĞLU

I

 

Çağdaş Türk resim sanatında 1940’larda başlayan 1950’lerde ilk yoğunluk belirtileri gösteren özgürleşme çabaları arasında, Orhan Peker’in de içinde bulunduğu kuşağın önemli bir payı vardır. Türk resmi açısından bir “bilinç” aşaması sayarsak, Orhan Peker’e de bu aşamanın öncüleri, hazırlayıcıları yanında bir yer ayırmak gerekecektir. Bilinç, bu dönemde ilk kez dışarıdan edinilmiş deney ve çalışma birikimi karşısında, kendi olanaklarını ve düzen içgüdüsünü kullanma, yöresel konularla dolaysız bir ilişki biçiminde kendini gösterir. Bize özgü konulara, batılı sanat yöntemleri, ûslup, biçemleri aracılığıyla bakmak yerine, bu tür konular için kişisel ve özgün anlatım yolları aranmaktaydı. Bu yol, zaman zaman da geleneksel halk sanatımıza, anonim nakışlara kadar uzanıyordu.

 

Türk resim sanatının, 1950’lerden günümüze doğru sıralanan aşamalarda Orhan Peker’in kararlı tutumu, coşkulu, verimli, duyarlı kişiliğiyle anımsanması, öncelikle göz önünde tutulması gereken sanatçıların başında gelmesinin nedenidir. Resim sanatımızın öykünmecilikten, aktarmacılıktan arındırılmasının ve özgünlüğün önemini ilk kavrayanlardan biridir. Peker, yeni bir figüratif resim anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Resim sanatında gerçeklikten, görüngü dünyasından kopmadan da yeni ve çağdaş olunabileceğini gösterdi.

 

Orhan Peker antik kökenli Avrupa sanatını bilinçle incelerken uzakdoğu sanatına, Çin ve Japon geleneğine de büyük ilgi duymaktaydı. Uzakdoğu sanatına daha başlangıçtan tutkundu. Toulouse Lautrec’i de bu nedenle seviyor olmalıydı. Orhan Peker’in siyah-beyaz karşıtlıklarına dayanan nesne yorumlamalarıyla Japon estampları arasında bağlantı kurmak yersiz değildir. Bu ilgi, onun resminin değişmez bir yönü oldu. Nesnelerin açık ve koyu renk karşıtlıkları içinde, ilk bakışta kendini ele vermeden açık ve koyu renk lekeleri halinde belirlemesi, Orhan Peker’in 1947’de atölye arkadaşlarıyla kurdukları “Onlar Grubu”nun ilk sergisine verdiği resimlerden son resimlerine kadar bu yöntemi uygulamaktan vazgeçmedi.

 

II

 

1950’li yıllarda bir genç sanatçının yalnızca yapıtlarının satışından elde ettiği gelirle yaşamasına olanak yoktu. İstanbul’un Lâleli semtinde kiraladığı tavan arasında “bohem” yaşamı içinde resim yapmaktan da geri kalmıyordu. İlk kişisel sergisini açabilecek kadar yapıtı birikince, 1953 yılında Cep Tiyatrosu Fuayesi’nde sergisini açar. Aynı yıl İstanbul Şehir Tiyatroları’nda dekoratör olarak çalışmaya başlar. Yönetmen Meinecke ile Erlangen’e gider. Daha sonra Oscar Kokoschka’nın Salzburg’da düzenlediği yaz akademisine devam eder. Münih’e geçerek özel atölyelerde çalışır ve yurtdışında ilk sergisini 1956’da Van de Loo Galerisi’nde açar. İki yıl süren yurtdışından, Paris, Almanya, Avusturya müze, atölye çalışmaları ve gözlemleriyle döner.

 

1959’da Milar Galerisi’nde Türkiye dışında yaptığı resimleri sergiler. Yeni bir kararın, yeni bir yaşamın başlangıcındaydı artık. Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne grafiker olarak atanır, On altı yıl sürecek olan Ankara dönemi böylece başlar. Ankara’daki atölyesinde, kuşlar, kediler, köpekler gibi hayvan figürlü resimlerinin yanında itfaiyeciler konulu eserler üretmeye başlar.

 

1963’te bursla Madrid’e gider. Prado Müzesi’nde incelemeler yapar, Toledo ve kıyı kasabalarında gezer, boğa güreşlerini izler ve çizimler yapar. Club Urbis’te İspanya’da yaptığı eserleri sergiler. Bu gezide şiirsel, güzel ve kalender bir günlük tutar; burada sevdiği İspanyol kız Luiza Lopez’e ithaf eder. Bu defter İspanyol Defteri’dir. Dönüşte büyük bir coşu ile resme sarılır, sergilerinde İspanya vardır.

 

1965’te 26. DRHS’de “Beyaz Atlar” eseri ile birincilik ödülü, 1967’de Tokyo Uluslararası Turizm Yılı Afiş Sergisi’nde onur ödülü alır.. Aynı yıl içerisinde Özden Erdem ile evlenir. Bu dönem eserlerinde kedi, güvercinler, kırmızı şezlonglar temaları yoğunluk kazanır. 1970 yılında “Expo 70” fuarında Türk pavyonunu düzenler. Aynı yıl TRT resim yarışmasında “Âşık Veysel” tablosu ile başarı ödülünü kazanır. Yetmişli yılların ortalarında eşinden ve Ankara’dan ayrılarak Avrupa’ya gider. 1975’te Brüksel’de Galerie Sans Frontier’de bir sergi açar.

 

III

 

İstanbul’a dönünce bir mektubunda; “İster burada, ister Avrupa’nın bilmem neresinde oturup çalışmak, payına düşene razı olmak, şu güzelim ömür deneni yaşayıp tüketmek. Bunun tam bir biçimi de yok. Evlenmek, çoluk çocuk ya da bomboş odalar, sokaklar... Bitip tükenmez yalnızlık” diye yazmıştır.

 

Bu yalnızlık döneminde büyük boyutlu tuvallere çalışıyordur. Balıkçılar, ayçiçeği tarlaları, başını yem torbasına daldırmış düşünen dingin beygirler, horozları resmeder. Birkaç yıl yaz tatillerini geçirdiği Ayvalık’ta tanıştığı Gönül Karaca ile 1976’da evlenir. Yaz aylarını Ayvalık’ta, kalan ayları da İstanbul’da geçiriyordur. Orhan Peker, Ayvalık’ta yaptığı resimler, kısa sürede bir sergiye dönüşmeye hazır duruma gelmiştir. “Ayvalık – 76” adı altında eşi Gönül Peker’in ailesinin, Midilli’den Ayvalık’a geldiklerinde yaşadıkları yalıda sergisini açar. Yalının alt kat duvarlarını tablolarla doldurmuş, hatta evin bütün duvarlarına eserlerini asmıştır. 1977 Ekim’inde Ankara Artisan Galeri’de büyük bir sergi açar. 1978 Mart’ında İstanbul’da Bedri Rahmi Galerisi’nde açtığı “Güvercinler” konulu sergi de son sergisi olur.

ree
ree

Yorumlar


  • Instagram
  • Facebook
  • X

Dilek ve önerileriniz için bize yazabilirsiniz.

bottom of page