top of page

“ONLY IN AYVALIK” – Zeynep Kazancıgil


       Ayvalık’ta geçmişten günümüze burada yaşamış birbirinden ilginç karakterler ve bunların hikâyeleri, bazen de belirli mekânların öyküleri dilden dile anlatılır. Kimi zaman eski fotoğraflardaki aile büyüklerinin, kimi zaman da farlı mekânların hikâyeleri…

     Güzel doğası, zeytin ağaçları, fıstık çamları, tarihi evleri ve bir mübadil şehri olması Ayvalık’ı diğer Ege kasabalarından farklı kılan özellikleridir. Girit’ten Midilli’den Balkanlar’dan mübadeleyle gelenlerin oluşturduğu, Anadolu kültüründen oldukça farklı kültürel yapısı, adalardan getirdikleri mutfak kültürleri ve adetleriyle şekillenen sosyal hayatı pek çok ilginç öyküyü de beraberinde getirir. Benim anne tarafım da Midilli’den 1923 nüfus mübadelesi ile gelenlerden. Çocukluğumdan beri ailemden ve buralı insanlardan dinlediğim anılar, çoğu bizzat benim çocukluğuma ait ilginç karakterlerin ve mekânların öyküleri eski Ayvalıklılar bir araya geldiğinde vazgeçilmez sohbet konularından biridir. Geçmiş zamanın anılarının paylaşıldığı bu sohbetlerin sonunda her defasında “Only in Ayvalık” diyesim gelir. Gerçekten de hepsi sadece Ayvalık’a mahsus tuhaflıklardır...

     Size hafızamda kalan bu anı ve öykülerden bazılarını kısa notlar halinde aktarmak isterim.

 

Hacı Baba      Aslen annemin Cumhuriyet İlkokulu’nda okuduğu 1930’lu yıllarda Ayvalık çarşısında, Hal denilen meyve sebze pazarının içinde yaz kış yaşayan ciddi görünümlü bir leylektir Hacı Baba. Kanatlarından birisi kırıldığı için sonbaharda göç eden ailesine katılamamış, yaralı haldeyken kendisine bakan çarşı esnafının gözdesi olarak uzun yıllar meyve sebze halinin içinde yaşamış. Hal’in ortasındaki çeşmeden su içer ve sık sık yıkanırmış. Kimi zaman da çeşmeye yanaşanlara kızarmış. Zaman içinde buranın karakterlerinden birine dönüşen leylek, ağır başlı görünümünden dolayı Hacı Baba diye anılır olmuş. Çocukluğumda annemin kendi çocukluğunu anlatırken sık sık bahsi geçen Hacı Baba’nın hâlâ Hal’de yaşadığına inanırdım. Yazın Ayvalık’a geldiğimizde, meyve sebze halinden alış veriş ederken etrafı kolaçan eder Hacı Baba’yı aradım. Bu arada esnaf anneme göz kırpar “Hacı Baba’nın bugün tatil günü, bir kaç güne gelir” derdi.

Kara Sevda      Kara Sevda çocukluğumda en çok ilgimi çeken ve beni korkutan karakterlerden biriydi. “Ayvalık’a indiğimizde” (Çamlık’tan Ayvalık’a gitmeye eskiden Ayvalık’a İnmek denirdi. Başlı başına bir işti Ayvalık’a İnmek. Şimdiki gibi bolca alışveriş imkânı sunan turistik bir bir çarşı yoktu o zamanlar) Yapı Kredi Bankası’nın binası önünde yaşayan saçı-sakalı birbirine karışmış ve beline kadar uzamış, kendi kendine konuşup şarkılar söyleyen bu meczupla karşılaşırdık. Adı halk arasında “Kara Sevda” olarak bilinirdi. Aslında Çömlekköylü, çok malı mülkü olan bir ailedenmiş. Bir kıza âşık olmuş ama annesi uygun görmeyip sevenleri ayırmış. O da bu sevdaya dayanamayıp aklını yitirmiş. Adı Nazım’dı ama herkes onu Kara Sevda diye bilirdi.

      Yanından her geçtiğimizde hem korkar hem merak ederdik. Kimi zaman sakin sakin oturur veya uyur, çoğunlukla da büyük bir ciddiyetle etrafı temizler siler süpürürdü. Kendi kendine konuşur bazen de gelen geçene kızar söylenirdi. Kimsenin, kendisinden şikayetçi olmak aklına gelmezdi. Ayvalık yaşantısının vazgeçilmez bir parçasıydı Kara Sevda.

 

Karanfil

     Arap Hüseyin olarak da bilinen Karanfil, Çamlık Koyu’nda, Paşa Limanı’nda kıyıda yaşardı. Karanfil’in, pancar motorlu kırmızı boyalı bir kayığı vardı. Bazen kayığı ile biz çocukları iç koyda gezdirirdi. Devamlı içki içer ve çoğu zaman ayık halde olmazdı. Sanki bir tür Antik Yunan Filozofu havası vardı Karanfil’in. Çoğunlukla çeşmenin arkasında incir ağacının dibinde yaşardı. Yanından her geçişimizde “Deryalar, deryalar” diye bir şarkı söylediğini duyardık. Kimseye bir zararı olmazdı. Çocukluğumuzda hem çekindiğimiz hem de kayığı ile bizleri gezdirdiği için sevdiğimiz Karanfil, onca içki içmesine rağmen uzun yıllar yaşadı.

 

Manici Amca ve Fırıldak satan kızı      Henüz Ayvalık dizilerle adını duyurmadığı ve Cunda’nın turistik bir mekân olmadığı, sadece kıyıda birkaç balık lokantası ile yetindiğimiz yıllarda, akşamları Cunda’ya yemeğe gittiğinizde beyaz saçlı tertemiz giyimli, beyaz önlüklü bir Manici gelirdi. Manici Amca size koluna taktığı sepetten, kâğıttan yapılmış bir külah içinde nane şekeri uzatırdı. Bu külahı aldığınızda adınızı sorardı. Sonra da size içinde adınız geçen bir mani söyleyiverirdi. Masadakiler de birer külah nane şekeri alıp adlarına söylenen maniyi duymak isterdi. Manici amcanın biraz durgun zekâlı bir kızı vardı. O da hasır bir sepet içinde atılmış kâğıtlardan evlerinde yaptıkları rengârenk fırıldaklar satardı.

       Hatta bu güzelim el yapımı fırıldaklar bir süre Ayvalık’ta yaşayan ünlü ressam Burhan Uygur’u resimlerine de konu olmuştur.

Şehmuz     Şehmuz Sarmısaklı plajlarında “midyeciden midye yeme” geleneğini ilk başlatan kişidir. Bugün orta yaşta olan Ayvalıklıların anılarında önemli bir yeri vardır. Bir kaç yıl öncesine kadar hâlâ plajlarda kendisine rastlayabilirdiniz. Ne alakası var diye sormayın, ancak Şehmuz Ege Bölgesi’ndeki bütün midyeciler gibi Mardinlidir.      70’li yılların sonunda bir gün plajda kafasının üzerinde bir tepsi, elinde seyyar satıcılara has tahta bir tepsi ayağı, şalvarıyla, başında doğululara özgü puşisiyle, poturluyla, gayet pos bıyıklı esmer bir adam belirir. Tepside sattığı şey midye dolması... O zamanlar bizim plajlarda seyyar satıcı, midyeci gibi bir olay yok. Ama Şehmuz başlı başına bir karakter. O yaz boyunca ince esprileri, herkesi adı ile tanıması, kimin kaç midye dolması yediğini ezbere bilmesi ve ailece hazırladıkları midye dolmalarıyla herkesin gönlünü çelerdi.

      Ertesi yaz, aynı Şehmuz, pos bıyığını, poturunu, puşisini bırakıp, şort mayo, parmak arası terlik, çiçekli gömlek, rayban gözlük haline dönüşmüştü. “Hayırdır ?” diye soranlara da

“Ortama uyum sağladım ağbey” derdi. Böylece Şehmuz, uzun yıllar Ayvalık yaşantısının vazgeçilmez karakterlerinden biri olarak anılmıştı.

 

Ayvalık’ın Define Avcıları    Ayvalık’ın en sevilen muhabbet konularından birisi de define avcılığıdır. Ayvalık eski bir Rum şehridir ve Osmanlı döneminde de özerklik verilerek zengin bir açık ticaret şehri haline geldiği anlatılır. Şehre karakterini veren değerli özelliklerinden birisi olan eski Rum evlerinin hepsi o dönemde yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı ve ardından yaşanan Mübadele’de bu evleri terk eden Rum ailelerin çoğu geri döneriz düşüncesi ile evlerin içinde çeşitli yerlere değerli eşyalar ve altın saklamışlar. Ayrıca burada bolca bulunan kilise kalıntılarının içinde de gömüler olduğu söylenir. Mübadeleden hemen sonra bu evlere iskân ettirilen birçok kişinin bu tür gömüler bulduğu rivayet edilir. Geçmiş yıllarda da dışarıdan sırf define arama merakıyla Ayvalık’a gelenler olurdu. Rum evlerinden birini kiralar, evin altını üstünü kazar, bir şey bulamayınca gider başka bir ev kiralar ve aramaya devam ederlerdi. Evlerinde define bulanlar da genellikle sessizce Ayvalık’tan taşınıverirdi.  Çocukluğumuzda bu gömülerin efsunlu olduğu, bulan ve yerinden oynatanların başına türlü türlü işler geldiği söylenirdi…         Halk arasında bu gömüleri kurcalayanlara üç harflilerin musallat olduğuna dair hikâyeler de anlatılırdı… Hele ki gece gömü aranırsa, gömü aramaya özel dualar okunması gerektiği rivayetleri de kış boyunca kahvelerde oturanların vazgeçilmez sohbet konuları arasındaydı.

 

Cunda’nın Salcısı     Cunda Adası’na Ayvalık’tan bakıldığında solundaki Boğaz’a Dalyan Boğazı, sağındakine de Dolap Boğazı denir. Şimdilerde Ayvalık’tan Cunda’ya giderken yeni yapılan köprüden geçtikten sonra, hemen girişinde “Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü” yazan daha küçük bir köprüden geçiyoruz. Burası Dolap Boğazı’dır. 1966 yılında bu köprü yapılana kadar Dolap Boğazının bir yakasından diğerine sadece geniş bir sal ile geçilebilirmiş. Lale Adası’ndan Cunda tarafına geçmek veya tersi için her zaman orada bekleyen Salcı’ya seslenilir, o da geniş salı ile isteyenleri diğer tarafa geçirirmiş. Ben sal ile Cunda’ya geçilen zamana yetişmedim. Ama annemin ve eski Ayvalıklıların anılarında salcının ayrı bir yeri vardır.

 

Eski Çamlık Meydanı    Bilhassa Ayvalık’a daha ileriki yıllarda gelen ve Çamlık’ın 1970-1990 arası dönemine rastlayamamış olan dostlar için bir not düşeyim. Uzun yıllar boyunca sessizliğe bürünmüş olan Çamlık Meydanı o yıllarda şen şakrak, hareketli, neşeli bir cazibe merkeziydi. 

Belediye Gazinosu     Şimdi tekrardan işletmeye açılan Çamlık Paşa Limanı’ndaki Belediye Gazinosu öğleden sonraları ailece gidilen bir çay bahçesiydi. Her gün öğleden sonraları lokma dökülürdü ve beyaz porselen tabaklarda üzerine tarçın dökülerek servis edilirdi.  Akşamları yemeğe gidilen güzel bir Lokantası da vardı. Anne-Babalarımızın gençliğinde burada çok şık davetler, danslı çay partileri ve balolar düzenlenirmiş. Annemin arşivinde 1930 – 1960 yılları arasında buradaki danslı baloları, orkestraları, herkesin birbirinden şık ve zarif gözüktüğü düğün davetlerini gösteren epeyce fotoğraf vardır.

 

KöşemÇamlık’a dönmeden önceki virajda şimdi bir apartman bulunan yerde Köşem adlı bir kafe ve restoran vardı. Hem öğleden sonraları hem de gece yemeğe gidilirdi. Güzel bir barı vardı. Barın arkasında harika müzikler çalan Atilla abimiz dururdu. DJ’lik ve barmenlik yapardı. Aynı zamanda herkesi tanır, biz gençleri korur kollardı. 

Kır Kahvesi     Şu anda Çamlık Meydanı’nda yerli yerinde duran Kır Kahvesi çamların altında, akşam üzeri çoluk çocuk gidilen çay bahçesidir. Şimdilerde biraz köhnemiş olsa da mekân aynı. Çocukluğumuzda ve gençliğimizde arada bir Cumartesi günleri İbiş ve Karagöz-Hacivat gibi kukla gösterilerinin de yapıldığı yazlık buluşma yerimizdi.

Ayhan Abi’nin Büfesi    Çamlık Meydanında, şu anki büfenin olduğu yerde Paşa Ayhan olarak bilinen Ayhan Abi’nin büfesi vardı. Burası günün her saati uğrak yeriydi. Meşhur Ayvalık tostunun en hakikisini yapardı. Kendisi de gayet nazik ve espriliydi. Şehre inip alış veriş yapmak istemeyenler Ayhan Abi’nin özene bezene seçip getirdiği kahvaltılıkları, sebzeleri alırdı. Aynı zamanda tadı hâlâ damaklarımızda olan mükemmel Ayvalık Tostu yapardı.      Büfe aynı zamanda otobüs durağı da olduğu için Ayhan Abi bütün Çamlık ahalisinin geliş gidiş saatini, kime hangi misafir geldiğini, kimlerin kimlerle görüşüp kimlerle görüşmediğini, herkesin neyi sevdiğini ezbere bilirdi. Beyefendiliği, birçok şeyi görüp de görmezden gelmesi, güler yüzü ve esprileri ile uzun yıllar Çamlık Meydanı’nın en renkli karakteriydi.

Faytoncu Toker     Çamlık Meydanında şimdiki Deniz Büfe’nin önündeki yuvarlak alanın etrafında sıraya faytonlar dizili dururdu. İsteyenler öğleden sonra fayton turu yapardı. Kimi zaman da araba az olduğundan bir yerden bir yere gitmek için binilirdi. Biz çocukların favorisi Faytoncu Toker Amca’ydı. Dört beş çocuk bir araya gelir harçlıklarımızı birleştirir ve fayton turu yapmak üzere Toker Amca’nın yanına koşardık. Çoğu zaman bizim harçlıklar turu yapmaya yetmese de Toker Amca bizi hiç kırmazdı. Faytonunda eski bir teybi vardı ve çok güzel “yabancı şarkılar” veya 70’li, 80’li yıllarda moda olan “Türkçe Pop” şarkılar çalardı. Kendisi de neşelenir, bizimle birlikte bağıra çağıra şarkıları söylerdi. Biraz Fransızca da bilirdi. Bu sayede Çamlık Kamping’e gelen turistlerin de gönlünü çelerdi.

Çamlık Kamping    Kamping yazları Fransız, İngiliz, Alman turistlerle dolardı. Burada bir kez kalan yabancı turistler çoğunlukla her yaz gelirdi. Böylece zaman içinde onlar da Çamlık halkı ile kaynaşırlardı. Kamping’in olduğu ikinci koyda, yemekleri ile ünlü Enver Kulüp, deniz kıyısında 33 Disco ve şimdi apartmanların olduğu yerde de Burçak Disco vardı. O yıllarda diskolara gençler öğleden sonra da giderdi.

Şatzi Cafe      Tenis Lokalinin girişinde şimdi otel olan binanın altı Şatzi Cafe’ydi.  Şatzi Ayvalık-Küçükköy’lü Selahattin ile Alman eşi Maria’nın açtığı cafe-birahane arası bir mekândı. O yıllarda Türkiye’de fıçı bira, patates kızartması ve ketçap, cappuccino gibi lezzetler henüz pek bilinmezken, kendisi de gayet hoş sohbet olan Maria Hanım bizi bu lezzetlerle tanıştırmıştı. 

Geeeldi Baahçevan Ahmet Efendi     Ahmet Efendi at arabası ile Çamlık’ta sokak sokak dolaşır sebze meyve satardı. Sabahları “geeeeldiii baahçevan, patatis vaadır, soğan vaadır, patlıcan vaadır, domatis de vaadır” diye bağırdığını duyan hanımlar kapının önüne çıkar, hem evin sebze meyvesini alır hem de Ahmet Efendi’yle sohbet ederler, sevgili atı Leyla’nın halini hatırını sorarlardı.

Bir yaz sabahı ailece balkonda otururken yine Ahmet Efendi’nin sesi duyuldu “geeeldi baahçevan, patatis vaadır, domatis vaadır, patlıcan vaadır, avo da vaadır” Bu Avo’nun ne olduğunu anlayamadığımızdan hepimizi birbirimize baktık. Ege’nin kimi yerlerinde incire bardacık dendiği gibi muhtemelen bir meyvenin veya herhangi bir otun adıdır diye düşündük. Sonra kapıya çıktık. Ahmet Efendi yaklaşınca babam dayanamadı “yahu bu Avo da ne Ahmet Efendi?” dedi.  Ahmet Efendi, “göstereyim beyim” deyip at arabasında duran meyve sebze kasalarını özenle kaldırdı. Bunların altından kutular içinde Avon Kremleri çıktı. Meğerse Ahmet Efendi Almancı akrabalarının yazın gelirken getirdiği Avon Kremlerini de satmaya başlamıştı. Hanımlar ev parasından arttırdıkları para ile alabildikleri, büyük şehirlerde bile bulunmayan bu kremlere çok rağbet ediyor ve tabi bu ticaret çoğunlukla evin beyinin bilgisi dışında gerçekleşiyordu...

Ali İhsan’ın Yeri    Şu anda Çamlık Paşa Limanı olarak bildiğimiz Belediyenin işlettiği plaj ve lokantanın olduğu yer eski Ayvalıklar için Ali İhsanın Yeri’dir hâlâ. Kendisi de Midilli mübadili olan Ali İhsan’ın mavi boyalı tahta masa ve sandalyeleri olan küçük lokantasında tadı hâlâ damağımızda olan ada köftesi,  bakaleros(mezgit) ve çoban salatasından oluşan basit ama tadına doyum olmaz bir menüsü vardı. Burası şimdi ancak Yunanistan tarafına geçtiğinizde adalarda bulabileceğiniz türde bir plaj lokantasıydı. Plajından rahatlıkla tertemiz olan iç koya girilirdi.          Uzun iskelesinin ucunda eskiden kalma güzel bir tramplen vardı.

     Şimdi emlak ilanlarında Çamlık olarak bahsi geçen Laka Bölgesi ise tamamen bostandı. Yazın sabah saatlerinde sıcak basmadan evden çıkar, Laka’ya yürür bostanlardan sebzeleri kendimiz toplayıp alırdık.

Şapkalı Fotoğrafın Öyküsü     Son olarak sizlerle aile arşivimizde olan bir fotoğrafın hikâyesini paylaşmak isterim. Küçüklüğümden beri sık sık bu fotoğrafa bakarım. Şu anda da çalışma odamın duvarda asılı. Şapka ve Kıyafet Devrimi’nin açıklanmasının ardından Ayvalık’a bir telgraf gelir. Balıkesir’e trenle şapkalar gönderilmiştir. Belediye Reisi bu şapkaları Ayvalık’a getirtecek, eşraf ve belediye memurları bu şapkaları takacak, takım elbise giyecek, (sadece dini görevli beyaz başlığı ile olacak) toplu bir fotoğraf çektirilecek. Çektirilen fotoğraf Ayvalık’ta da şapka ve kılık kıyafet devriminin uygulandığının kanıtı olarak Ankara’ya gönderilecek. Bu fotoğrafta, önde oturan açık renk takım elbiseli gözlüklü ve sakallı kişi annemin dedesi ve Ayvalık’ın tayinle gönderilen ilk belediye başkanı Halit Remzi Bey’dir. Onun arkasında ayakta duran da annemin babası mübadele komisyonu üyesi Adil Bey. Fotoğraftaki kimi beylerin şapkaları başlarına büyük duruyor. Aslında dikkatli bakılırsa kıyafetler ve şapkalar çoğunun üzerinde eğreti durmaktadır. Ama hepsinin yüzlerindeki, misyonunu hakkıyla tamamlamış gururlu ifadeyi fark etmemek imkânsız. Modern Türkiye’nin temellerini oluşturan Atatürk Devrimlerinin anlamını ve değerini unutanlar için bizim “Şapkalı Fotoğraf” her daim değerini koruyor…

 

Velhasıl bizim Ayvalık hikâyeleri anlatmakla bitmez…

ree

 

Yorumlar


  • Instagram
  • Facebook
  • X

Dilek ve önerileriniz için bize yazabilirsiniz.

bottom of page