Ayvalık'ta Sarı Boyalı Minicik Evim-Dr. Ahmet GÜNAY
- Zeytin Hasadi Dergisi
- 24 Eyl
- 4 dakikada okunur
Bir meslektaşımın, “Gel seni askerliğimi yaptığım yerde aldığım kooperatif evime götüreyim, hem yoğun işlerden uzaklaşıp kafa dinleriz hem de oraları tanırsın," davetiyle başladı Ayvalık ile tanışmam. Bu gezinin sonradan, ruhumun sığınağı olacak bir yerin keşfi olacağını bilmiyordum.
Ayvalık’a gelen her ziyaretçinin uğrak yeri olan Şeytan Sofrası'ndan dönüşte, yanlış yollara (sonradan doğru yollar olduğu anlaşılan) sapmam, taş sokakları ve muhteşem mimarisiyle tarihi “gâvur evleri”nin arasında saatlerce yürümem ve dar sokaklardan birinde gördüğüm o sarı boyalı minicik satılık eve vurulmam ve sonrasında hızla evin sahibine ulaşarak evi satın almam… İşte beni Ayvalık'la özdeşleştirecek bir yuva olan o sarı boyalı minicik evi almamın hikâyesi böyle.
Sonrasında minicik evimin tadilatı ve döşenmesi için on beş günde bir gelip gitmelerim başladı. Her gelişte daha çok sevdiğim ve içimde bitmeyen bir merak uyandıran bu gizemli kenti daha yakından tanıma arzum da arttı. Ayvalık insanlarıyla kaynaşmak başta kolay olmasa da zamanla aralarına katıldım. Bu ilk yıllarda mesleğimin sağladığı avantajlar da yeni dostluklar kurmamda yardımcı oldu. Bir zamanlar baş ağrısı şikâyetiyle bana başvuran, şimdi ünlü bir pansiyonun sahibi olan eski bir hastayla yeniden karşılaşmamla, Ayvalık'ın dar sokaklarında yaptığım keşif yürüyüşlerinde tanıştığım, Tenekeciler Sokağı ve Cunda'nın ünlü restoranlarında birlikte yemek yediğim, küçük dükkânını her ziyaretimde bana yeni kitaplar getiren ve Ayvalık tarihi hakkında uzun sohbetler yaptığım Cihat Bey gibi Ayvalıklılarla kurduğum dostluklar benim bu kenti daha da sevmeme sebep oldu.
Ve tanıdıkça anladım ki iki tür Ayvalık insanı var. Birinci grup mübadele ile Midilli ve Girit’ten gelenler. İkinci grupsa benim gibi çeşitli nedenlerle sonradan gelip yerleşenler. Birinci gruptakiler tanıması biraz daha zor ve gizemli dostlardır. İkinci grup ise popüler kültürün hâkim olduğu Ege kasabalarını tercih etmeyip, daha seçici, kültürlü ve donanımlı olarak tanımladığım hemşerilerimden oluşur. Ayvalık'ın sosyal dokusu bu iki grup sayesinde zenginleşir ve güzelleşir. Var olsunlar.
Sonraki keşfim Ayvalık’ın simgesel zeytini ve elbette zeytinyağını tanımaktı. Zeytin ağaçlarına burada "Ölmez Ağacı" deniyor; kesilmediği sürece yüzlerce yıl yaşayarak hem doğaya güzellik katıyor hem de meyveleriyle kahvaltılarımıza zenginlik. Ayvalık'ın meşhur zeytinyağı da sağlık ve güzellik açısından hayatımın bir parçası haline geldi.
Bir dermatolog olarak, zeytinyağının cilde faydalarını keşfetmem bir anıyla başladı. Şimdi aramızdan ayrılmış olan ünlü bir zeytinyağı firmasının sahibi bir Ayvalık beyefendisi, satış yerine gelen tüm kadınlara minik zeytinyağı hediyelikleri verir, üstelik onlara yüzlerine nasıl sürmeleri gerektiğini de anlatırdı. Yaşadığım bu deneyim, zeytinyağının sağlık üzerindeki olumlu etkilerini daha fazla keşfetme ve ileride bu konuda yaptığım çalışmaları yazma isteğimi güçlendirdi.
Bütün bu anlatılanların ötesinde, Ayvalık'ta bir zeytin hasadına şahit olmak, bu toprakların ruhunu derinden hissetmek demektir. İşte bu yüzden, zeytinin toplandığı o özel anlara dair deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ayvalık'ta zeytin hasadıyla birlikte hem şehirde hem de bizlerin içinde büyük bir hareketlilik hissedilir. Bu dönem, sadece traktörlerin ve toplayıcıların hareketliliğiyle değil, aynı zamanda kalplerimizin de canlanmasıyla özeldir. Sabahın erken saatlerinde başlayan hasatta, elle ve makinalarla toplanan zeytinlerin, dostluklar kadar eski yapraklarından ayıklanmasını, soframıza gelecekler ile yemeklerimize lezzet ve şifa verecekler olarak ayrılmasını izlerim. Akşam eve döndüğümde ise, hasadın getirdiği mutlulukla yorgunluk arasında bir yerde bulurum kendimi.
Sonrasında zeytinlerin ultraviyole ile arındırılması, santrifüje edilerek yağa dönüşmesi süreçlerini dostlarla izlerken ise zeytinyağının her damlasında emeğin ve sabrın kokusunu alırım. Bu süreçler, bana sadece zeytinyağı üretiminin teknik detaylarını değil, aynı zamanda bu topraklara ve geleneğe olan bağlılığımızı hatırlatır. Hasat aralarında demlenen çaylar ve dostlarla yapılan kahvaltılar, bizlere komşuluğun ve dostluğun ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlatır.
Zeytin hasadı döneminde, bu topraklarla ve yüzyıllar öncesine uzanan gelenekleriyle aramdaki bağın güçlendiğini hisseder, zeytinin sadece bir meyve değil, aynı zamanda zekâ ve stratejinin bir simgesi olduğunu da hatırlarım. Hikâyeyi belki bilirsiniz. M.Ö. 6. yüzyılda ünlü matematikçi ve bilim adamı Thales, bilim ve matematiğin gücünü kullanarak zeytin hasadının gelecek yıl bereketli olacağını öngörmüş ve bu vizyonuyla Miletos'ta tüm zeytin bahçelerini kiralayarak büyük bir kazanç elde etmiş. Hasat döneminde tıpkı bu tarihi anekdottaki gibi zeytin hasadının kadim bir gelenek olduğunu, bu geleneğin köklülüğünü, zeytinin dostluk, barış ve zenginliğin sembolü olarak nasıl kucaklandığını gösteren pek çok hikâye anlatılır. Her hasat mevsimi, bu derin anlamları ve birlikte geçirilen güzel anları yeniden yaşama fırsatı sunar. Ayvalık'ta zeytin hasadı, sadece bir tarımsal faaliyet değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi, topluluk ruhu ve kültürel mirasın kutlandığı ayrıcalıklı bir dönemdir bizler için.
Ayvalık'ın bana sunduğu değerlerden birisi de “Zeytin Çekirdekleri" projesi sayesinde çocukların müzikle buluşması. 2014’te az sayıda müzik sevdalısının öncülüğünde kurulan “Zeytin Çekirdekleri Sosyal Sorumluluk Programı”nda Ayvalık ve çevre köylerinden gelen çocuklara, Türkiye’nin dört bir yanından gelen eğitmenler ve müzik akademisyenleri hiçbir ücret almadan eğitim veriyor. Çocukların ve Ayvalık Belediyesi’nin çabaları birleşince Zeytin Çekirdekleri sadece Ayvalık ve Türkiye’de değil yurtdışına uzanıp Paris’te konserler veriyor. Gururlanmamak elde değil. Belediye ve çeşitli vakıfların konserler, sergiler, söyleşiler, sinema ve tiyatro günleri aracılığıyla Ayvalık’ın kültürel gelişime verdiği desteği çok kıymetli buluyorum.
O kadar etkileyici bir kent işte benim Ayvalık’ım. Emekli olunca Ayvalık'a yerleşme hayalim, gelecek için bana büyük bir motivasyon kaynağı. Bu hayal, insan sağlığına hizmet etmekle meşgul olduğum bu günlerimde bir umut ışığı gibi parlıyor. Her fırsatta gelip kültürel faaliyetlerine katıldığımda, maviliğinde kaybolduğum denizinde kürek çektiğimde, yelken yarışlarını veya Ayvalıkgücü’nün maçlarını izlediğimde kendimi tam bir Ayvalıklı olarak hissediyorum.
Yazımın sonunu biraz ironik olmakla birlikte Ayvalık’ın benim için ne anlama geldiğini özetleyen bir sohbetle bağlamak istiyorum. Ayvalık’ın koruk suyu içilen güzel kahvesinde “Ayvalık’ı çok seviyorum, burada yaşamak istiyorum,” sözüme bilge bir Ayvalıklının verdiği cevabı düşünmeye değer buluyorum: “Toprağın altı, senin gibi ‘burada yaşamak istiyorum’ diyenlerle dolu. Bahane arama, geleceksen gel.”
Geleceğim. Bir gün Ayvalık'ta hayatımın geri kalanını geçireceğim o sarı boyalı minicik evimde uyanacağımı biliyorum. Çünkü biliyorum ki Ayvalık’ta yaşamak ayrıcalıktır.









Yorumlar