top of page

Ayvalık Yolunda-NEJAT YAVAŞOĞULLARI

Güncelleme tarihi: 4 gün önce


Yıllar önce Kaz Dağları’nın iç kesiminde yer alan Haydaroba köyünde, köy odası yapmak için gönüllü olarak yer aldığımız öğrenci kampı bitmişti. Kamp sonunda iki arkadaş bir minibüs yolculuğuyla, dolambaçlı yollardan geçerek Edremit’e inmiştik. Edremit’ten güneye doğru otostop yaparak gitmeye karar verdik. Amaç, mistik Ege topraklarını, insanlarını ve aslında ülkemizi tanımaktı tabii. Bunun için özellikle seçtiğimiz bir yoldu otostop. O yıllarda dünya gençliği de aslında benzer şeyler yapıyordu. Otostopçu olarak bizi normal arabalardan çok, at arabası, traktör gibi işinde gücünde olan insanların kullandığı, yakın mesafeler kat eden arabalar alıyordu. Biz de prensip olarak seçim yapmıyor, kim bize atlayın arkaya derse hemen atlıyorduk. Bizi aracına davet eden yöre insanları ile bu kısa yolculuklarda karşılıklı sorularla meraklı sohbetler oluyordu. O yıllarda yurdum insanını ve yöredeki hayatı keşfetmeye çalışırken, sanırım bizi aracına alan yöre insanı da bizim gibi saçı uzun, Şile Bezi gömlek giyen büyük şehir çocuklarını tanımak istiyordu.

     Sabahın köründe Edremit’ten ilk bindiğimiz, bir at arabasıydı. Edremit çıkışında, çevresi sazlıklarla kaplı küçük derelerden, dönemeçli yollardan geçtik. Şimdi anladığım kadarıyla orası yol tabelasında Bostancı yazan yer olmalıydı.

     Düz yola çıktığımızda at arabasını kullanan adam, vedalaşarak tarlasına saptı. Bir traktör çok geçmeden bizi almıştı bile. Düz yol dediğim yerde sağlı sollu zeytin ormanı başlamıştı. Sanki zeytin denizi içinde gidiyorduk. Sağ arkamızda yüce Kaz Dağı bütün heybeti ve güzelliği ile duruyordu. Ne güzel ülkemiz var, demiştik birbirimize bakıp.

     Sonunda Ayvalık tabelasını gördük; 3 km yazıyordu ve anayoldan deniz tarafını gösteriyordu ok. Tabelanın olduğu yerde indik. “Ayvalık 3 km” yazıyordu ama Ayvalık’ın kendisi gözükmüyordu, bu da bizde merak uyandırıyor, gizemli hale getiriyordu Ayvalık’ı. Bu durum, yol boyunca dizilen ve göz önünde bulunan yerleşimlerden farklı bir durumdu. İstanbullu olarak Ayvalık’ın zeytinyağını, zeytinini biliyorduk ama şeklini şemalini bilmiyorduk.

     Yine bir traktör, biz otostop işareti yapınca durdu. Hemen sırt çantamızla kasasına atlayıverdik.

    Zeytinden dönen bir zeytinciydi muhakkak. Traktör kasasındaki zeytin dalları, taneleri bunu belli ediyordu. Biz de toz toprak içinde kalmıştık hoplaya zıplaya yol alan traktörün kasasında.

     Çok geçmeden Ayvalık’ın iç denizi ve bütün güzelliği ile Ayvalık Adaları bir anda karşımıza çıktı. İç denizin o hafif yeşile çalan mavi tonu, o gün beni etkilediği kadar bugün de etkilemeye devam ediyor, nedense bu değişik tondaki mavi, beni eski çağlara götürüyor, yelkenli tekneler görecekmiş gibi oluyorum.

     Traktörcü bizi Cunda ayrımında bıraktı, “Bu tarafa gidiveyceniz,” dedi. Sırtımızda çantalar, merkeze doğru yürümeye başladık Havada değişik bir koku vardı, bu kokunun fabrikalardan gelen “prina” kokusu olduğunu öğrenmek uzun sürmemişti. Bugün benim gözlerimi kapatıp burası neresi deseler, Ayvalık’ı hemen tanırım kokusundan.

     Farklı ve özgün bir mimari yapılaşmanın merkezine doğru yürürken benim gibi hevesli bir mimarlık öğrencisinin merak ve ilgisi giderek artıyordu. Deniz kıyısında taş cepheli tuğla bacalı bir zeytinyağı fabrikasının önünden geçerken, izin alarak fabrikaya bakmak istedik. Bu fabrika, ne tesadüf ki yıllar sonra “Kırlangıç Yaşam Merkezi” olan ve benim 2 Kasım 2024 Cumartesi günü Zeytin Hasat Festivali etkinliklerinde grubum Bulutsuzluk Özemi ile konser verdiğim Kırlangıç Zeytinyağı Fabrikası’ydı.

    Fabrika penceresinden içeri baktığımda gördüğüm manzara bugün bile hâlâ aklımda. Üstleri çıplak veya beyaz atletli, uzun beyaz donlu, yalınayak adamlar, ince kalaslar üzerinde sırtlarındaki çuvallarla aşağıya inerken diğerleri yukarıya çıkıyordu. Üstelik her tarafta buharlar, dumanlar tütüyordu. Prina kokusu da sıcak havayla birlikte baktığımız pencereden yüzümüze vuruyordu. Mısır piramitlerinde çalışan işçiler gibiydiler. Bu anımı o konserde bizi izlemeye gelen Ayvalık sakinlerine de anlatmadan edemedim.

     Vay anasını, ne fabrikaydı diyerek merkeze doğru yürümeye devam ettik. Sanki şimdi olduğundan daha fazla motosiklet vardı caddelerde. O yıllardaki, “Al bir Mobilet, rahat et,” sloganıyla satılan çok sayıda “mobilet” felaket bir gürültü çıkarıyordu.

     Hareketli ve gürültülü bir yer herhalde burası, diyerek nasıl gittiğimizi hatırlamıyorum, hava kararırken Sarmısaklı sahilindeydik. Turizm mevsimi bitmişti. Issız bir kumsalda boş bir tahta kulübe bulduk. Uyku tulumlarımız vardı, gece orada kalmaya karar verdik. İki genç otostopçu için bundan iyisi olamazdı. Yiyeceğimiz, şarabımız ve bir de cep radyomuz vardı. Kulübede ise çok işimize yarayacak olan bir gemici feneri bulmuştuk.

     Gece dolunayın ışıltısı durgun deniz üzerinde yansıyor, uzakta Midilli’nin titreyen ışıkları görünüyordu. Cep radyosunda komşudaki istasyondan gelen ve bizimkilere benzeyen nağmeler, doğadan gelen diğer seslerle karışarak bizi Ege’nin derinliklerine götürüyor, sarhoş ediyordu adeta.

     O yıllarda bunları yaşarken yıllar sonra bir gün Ayvalık’ta bir ev sahibi olarak yaşantımın bir kısmını burada geçireceğim hiç aklıma gelmemişti.

    Tabii bu kararda Ayvalık’ın korunmuş mimarisi ve tabiat değerleri, çeşitli etmenlerin buluşması ve katkısıyla oluşan zengin mutfağı, tüm bireyleriyle yaşanan modern ve çağdaş yaşam şekli, Ayvalık sakinlerinin Cumhuriyet ve Atatürk’e duydukları minnet ve içten sevgi, etkin rol oynamıştı.

ree

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.
  • Instagram
  • Facebook
  • X

Dilek ve önerileriniz için bize yazabilirsiniz.

bottom of page