Şair Başaran’ın “Zeytin Ülkesi” diyerek adını bir kitap adıyla tescil ettiği bir vatan parçası var. Burası Kuzey Ege’de, Edremit Körfezine ağız açmış gibi duran, sırasıyla Ayvalık, Gömeç, Burhaniye, Edremit, hadi bunlara bir de Havran’ı katalım, işte bu ilçelerin tıklım tıklım zeytin ağaçları ile kaplı arazilerinin toplamıdır. Ben söz konusu olan Zeytin Ülkesi’nin aşağı yukarı göbeğindeki bir köyde doğmuşum, Pelitköy’de. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre “Zeytin Pınarı” diye anılmış. Ben doğal olarak zeytin üreticisi bir ailenin ferdiyim.
Burhaniye’deki Kuvayı Milliye anıtında üçlü bir kompozisyon halinde, Atatürk heykelinin sağında bir ve solunda iki kişi vardır. Bunlardan biri, Kurtuluş Savaşı’nda destansı bir yeri olan ve Ayvalık Cephesi’nin kurucusu sayılan Yarbay Ali Çetinkaya; diğerleriyse, Cephe Kumandanlığı yerel Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti üyelerinin ittifakıyla da onaylanmış olan Pelitköylü Mehmet Cavit Bey ve Ali Osman Ağa’dır. Ege direnişinin gerilediği zamanlarda Mehmet Cavit Bey ve Ali Osman Ağa esir düşüyor ve İzmir’e götürülüyorlar. Zeytinyağlarına Körfez’den bir çıkış olanağı araması için İzmir’e gönderilen, bu arada durumdan haberi olan babam Ruhi Naci Bey’in yardımlarıyla da(Yunan karakoluna her gün imza vermek koşuluyla) kurtarılıyorlar.
İşte ben, anne tarafından o Mehmet Bey’in torunuyum. Dedem köyün ileri gelenlerinden Mustafa Ağa’nın oğludur. Ağa’nın küçük oğlu, dedem “Pelitköylü Mehmet Bey” diye anılagelmiştir. Cumhuriyetin ilânından sonra İkinci Ankara Meclisine seçilen dedemin, artık hep “Mebus Mehmet Bey” olarak anılması, 1946 yılına kadar 23 yıl boyunca, altı dönem kesintisiz aynı titri koruması yabana atılacak bir şey olmasa gerek.
Babam 1895 yılında Edremit’te doğmuş. Onun yetişmesi de babası gibi özel gayretle olmuş. Babası gibi ateşli, mücadeleci ve örgütçüdür ve çok da iyi bir şairdir. Hem de Sabahattin Ali gibi bir yeteneği, o daha on yaşındayken keşfeden; Mustafa Sutüven’i genç yaşlardan itibaren yetiştiren duyarlı bir şiir eğitmeni.
Babam Kurtuluş Savaşının ilk zamanlarından zafere kadar Kuzey Ege Cephelerinin hemen her yerinde kararlılıkla savaşmış, liderlik vasıflarıyla gönüllüler toplamış, dağınıklığın ortadan kaldırılması ve mücadelenin örgütlenmesi için cephede ve cephe gerisinde, her alanda görev almıştır. Babam, kısa zaman içinde gösterdiği örgütleme gücü ve yeteneğiyle, karargâhlarında “Kâtib-i Umumi” olarak görevlendirilmiştir.
Dedem Mehmet Cavit Bey, babam Ruhi Naci Bey dedim; aralarında 18 yaş var. Bu iki kişi Kurtuluş Savaşında mücadele arkadaşlığı etmişler. Ama sonradan bir aile bağı kurulmuş, nasıl olmuş bu? Mehmet Cavit Bey’in üçü erkek, üçü kız altı çocuğu vardır. 1927-28 yılına gelindiğinde en büyük kızı Rukiye Hanım yaklaşık 20 yaşında, artık gelinlik kız olmuş. Kuvayı Milliye kadrosundan Varnalı Hakkı Bey her iki aileyi de yakından tanımaktadır. Mehmet Bey’e “Ben Rukiye’yi Ruhi’ye uygun buldum, ne dersin?” diye sormuş. O da, “buna ben karar veremem, kızım bilir” demiş. Durumu kızına sorunca Rukiye Hanım, “siz nasıl münasip görürseniz Beybaba” diye yanıt vermiş. Neticede evliliğe karar verilmiş. O sırada Ankara’ya gidip gelmesi kolay diye Mebus Mehmet Bey’in ailesi Üsküdar’da otururlarmış. Düğün orada yapılmış, yeni evlilere ayrı bir ev tutulmuş. İki üç yıl orada kalmışlar. Mehmet Bey’in Pelitköy’de zeytinlikleri vardır. Aslında o bir zeytin üreticisidir. Aynı zamanda fabrikatördür de. Annem, babasının biri Pelitköy’de, biri Şahinler (Karga) köyünde, biri de Ayvalık’ta olmak üzere üç tane zeytinyağı fabrikası olduğunu söylerdi. Ayrıca ticari sabun üreten bir de sabunhanesi varmış. Annemin çocukluk yıllarında, Rumlarla sorunsuz yaşanırken “amca” dediği bir Rum ortağı varmış. Onun aracılığı ile dedemin ürünlerini Ayvalık’tan ihraç ederler ve iyi para kazanırlar, aile refah içinde yaşarmış. Ancak 1929 ekonomik krizi gelip çatınca işler bozulmuş. Pelitköy’deki mallar el eliyle işletilemez hale gelince, babam, dedemin işlerini düzene koymak ve sürdürmek üzere annemle birlikte Pelitköy’e taşınmışlar. Arkadaşımız Filiz Ali bir gün bana telefonda, “Ozan, senin deden benim dedemin işvereni imiş” dedi. “Tabii öyle” dedim. Babam Sabahattin Ali’nin eğitimiyle ilgilenirken, daha önceden tanıdığı babası Ali Selâhattin Bey’in dürüst bir insan olduğu kanısına varmış. Dedemin Ayvalık’taki fabrikasına, yakından ilgilenecek dürüst bir idareci bulmak gerekince babamın aklına o gelmiş, dedemin de tasvibini alarak onu o işe yerleştirmiş.
Zeytinci bir ailenin çocuğu olarak Pelitköy’de doğmuşum. İki yaşındayken Edremit’e taşınmışız. Babam önce Akçay’da Devlet Deniz Yolları acentesiydi. 1940’lı yıllarda Tarım Satış Kooperatifi Havran ve Edremit şubelerinde müdürlük ve memurlukları vardır. Üreticilerin teslim ettikleri zeytinlerin fabrikalarda sıkılıp yağ haline getirilmesine, depolanmasına nezaret ederdi. Çocukluk günlerimde, Sabit Bey’in fabrikasında gece vardiyasında bazen ben de onun yanına giderdim. İşçilerin kazan dairesinin kömür ateşinde kızarttıkları ekmeğin üstünü taze sıkılmış zeytinyağıyla cilalayıp bana sunduklarını, ondaki lezzeti unutamam. Bir de annemin kurduğu salamura zeytinlerin tadını da unutamıyorum.Çok zaman önce, bizim oraları yani Zeytin Ülkesi’ni anlatan şiirimden birkaç dize;
Yaşlı bir zeytin ağacıyla
tanıştım Kazdağı’nın
denize bakan yamacında.
Dile geldi, konuştu,
“Anımsıyorum” dedi,
“Pek gençtim o zamanlar,
Aristo ders verirdi
gençlere gölgemde.”
Komen